Sanki geldiğinden bu yana o eski günlerindeki gibi gollerini ardı ardına sıralamış, hiç maç aksatmadan takımına puanlar kazandırmış, büyüleyici futbolu ile taraftarı hoşnut etmiş gibi ayrılırken her türlüğü zor koşulları dayatıyor, aç gözlü davranarak parasını son kuruşuna kadar istiyor. Ne olumlu bir yaklaşım sergiliyor ne de takımın durumunu dikkate alıyor.
Üç yıl önce büyük umutlarla Fenerbahçe’ye gelen, ancak beklentileri bir türlü karşılayamayan, müzmin sakatlıktan kurtulup da sahada olması gerekirken ailesi ile İstanbul’da günü gün eden sorumsuz, bir o kadar para gözlü Robin van Persie’den bahsediyorum.
Geçmişte çok iyi futbol kariyerine sahip olduğunu, golleri ile Avrupa’da hatta dünyada ses getirdiğini, üst düzey takımlarda mesleğini icra ettiğini, ülkesi Hollanda ulusal takımında görkemli oynadığını yadsımıyoruz. Geçmişine saygılıyız, sözümüz olamaz. Eyvallah.
Ancak, “dünya yıldızı” denilerek büyük umutlarla transfer olduğu Fenerbahçe’de tam bir düş kırıklığı yarattı, taraftarın kendisine olan güvenini boşa çıkardı. Kuşkusuz, Türkiye’de, dolayısıyla Fenerbahçe’deki başarısızlığının en büyük nedeni yakasına yapışan müzmin sakatlıktan kurtulamamasıydı. Gerçi kendi de hatalıydı zirveden dibe evrilen futbol kariyerinden. Ne kendine yeterince baktı, ne sakatlığının iyileşmesi için çaba gösterdi, ne de sorumluluk alıp kendisine bağlanan beklentileri karşılayabildi. Yani, üç yıllık Türkiye deneyimi faciaydı. En büyük kusur kendindeydi.
Fenerbahçe’ye sakatlığını gizleyerek gelmişti. Başkan Aziz Yıldırım, “ Sakat olduğunu transfer ettikten sonra öğrendik” diyerek, gizli kalmış gerçeği aylar sonra itiraf etti. Hata sakatlığını gizleyen Robin van Persie’de miydi, yoksa eni konu sağlık incelemesinden geçirilmeden sırf taraftara “dünya yıldızını aldık” mesajını verebilmek için ivedilikle transferi gerçekleştiren yönetimde miydi? Aslında her iki tarafın kusuru, kabahati vardı sağlıksız transferde.
Aslında dürüst olsa, sakatlığını gizlemese, yönetime bildirse daha saygın hale gelir, centilmenliğin uç örneği olarak her daim anılırdı Hollandalı. Ama milyon dolarlar, eurolar söz konusu olunca sakatlığın adı bile ağza alınmazdı. Öyle ya, futbol yaşamının sonbaharında böyle bonkör fırsatı bir daha nerede bulabilirdi. Varsın olsun sakatlık, gelsin çuval dolusu paralar.
Aslında her şey iyi futbolcu olmanın yanında nitelikli, karakterli, düzgün adam olmakla ilintili.
Neden Alex hala Fenerbahçe seyircisinin gözbebeği, unutulmazı, belleğinden silemediği oyuncu. Çünkü, aldığı paranın hakkını, sahada akıttığı terle, içten mücadelesiyle, şapka çıkarılacak golleriyle fazlasıyla ödemişti. Öyle kolay yer edinemez her futbolcu taraftarın gönlünde. İşte bunu başarabilen az sayıdaki oyuncuların başında geliyor işini özveri ile yerine getiren Alex De Souza. Oysa hiç de şık olmamıştı Fenerbahçe tutkusunu hala içinde barındıran Alex’in gönderilme şekli.
Bir yanda antrenmandan, sakatım diyerek maçlardan kaytaran Hollandalı, diğer yanda profesyonelliğin gereği gibi yaşayıp, mesleğini hakkıyla icra eden Brezilyalı.
Yılda 4 milyon 900 bin euro alıp yatan, Türkiye’deki günlerini gezmeye, içmeye, sahadan kaytarmaya ayıran doymak bilmez Robin van Persie’nin takım yöneticilerine verdiği çok ders var aslında. Tamam, bu sezon nitelikli yabancı oyuncuların takımlarda yer almasıyla Süper Lig’de oldukça heyecanlı, keyif veren maçlar oynanıyor. Zaten birinci ile yedinci sıradaki takım arasında çok puan farkı olmaması, yedisinin de şampiyonluk umudu taşıması kanıtı. Yine vurguluyorum, ikinci yarısı ilkine göre daha yarışmacı, daha göze hoş gelen futbolun sergileneceği kuvvetle muhtemel Süper Lig’de çıtanın yükselmesinde yabancı oyuncuların top koşturması önemli etken.
Ancak, Robin van Persie örneğini göz önüne aldığımızda, takım yöneticilerinin yabancı transferinde kılı kırk yarmaları kaçınılmaz. Eğer araştırmadan, sorgulamadan, yeterli sağlık kontrolünden geçirilmeden tonlarca para harcanarak takıma kazandırılan futbolcuların defolu olduğu sonradan ortaya çıkıyor. Ama iş işten geçiyor. Göndermek istediğinizde kolaylık göstermeyerek kuruşuna kadar parasını istiyor. Hem ülkenin dövizine, hem takımların harcadığı paraya hem de taraftarın umuduna yazık oluyor. Kaliteli, kariyerini kanıtlamış, Süper Lig’e heyecan katacak bütçeyi zorlamayacak, çok da yaşı olmayan yabancılara evet.
Bu arada, yabancı oyuncu sayısının artması ile harcamaları da artan takımlardan birçoğunun borç batağında olduğu gerçeğini de göz ardı etmeyelim. Yanılmıyorsam, Süper Lig, en fazla borçlu takımların yer aldığı listenin ilk sıralarında. İşte böylesine de ilginç bir durum var ortada. Akıllı bütçe, akıllı transfer. UEFA’nın mali kriterleri takımların başında demoklasin kılıcı olarak boşuna mı sallanıyor.