Ankaragücü, 2. yarıdaki üçüncü iç saha maçından da boynu bükük ayrıldı.
Özellikle ikinci yarısı sayılamayacak kadar çok pozisyona sahne olan maçta, tecrübeli ayakları ile fırsatları değerlendiren konuk Rizespor 4-2’lik galibiyetle Başkent’ten 3 puan alarak döndü.
Bu sonuç Rizespor için piyangoydu.
Kadrosundaki oyuncuların tamamına yakını Süper Lig tecrübesine sahip olmasına karşın, eminim ki hiçbiri bu sonucu beklemiyordu.
Ankaragücü maça klasik iç saha anlayışıyla başladı.
Maç 90 dakika, nasıl olsa duran toptan ya da başka bir şekilde bir gol bulurum, bulamazsam da yenilmezsem o da yeter mantığıyla oynadı.
İlk golü rakip bulunca işler tersine döndü, atak yaptıkça geride açıklar verdi.
Rizespor, Samudio’nun hattrick yaptığı maçı farklı kazanarak rövanşı aldı.
Ankaragücü’nün deplasmanda olsa, iç sahada da olsa bıkmadan usanmadan uyguladığı bu taktik ligin ilk yarısında işe yaramıştı ama belli ki artık yaramıyor.
Deplasmanlarda bu taktik zaten doğal olduğu için uygulamak kolay.
Ama Ankaragücü için iç saha maçları ciddi olarak sorun olmaya başladı.
Neden mi?
Puan cetvelini deplasman ve iç saha maçları olarak ikiye ayıralım.
Sarı Lacivertliler, 11 deplasman maçında topladığı 19 puanla Spor Toto 1. Lig’in lideri konumunda.
İç saha maçlarında ise 11 maçta 20 puan toplamış, sıralaması 6’ncılık.
Deplasman puanlarında lider, iç saha puanlarında altıncı.
Çok sık rastlanır bir durum değil.
Genelde şampiyonlar, deplasmanda kazanılan puanlarla belli olur ama Ankaragücü için bu kural tersine işliyor.
İsmail Kartal, maç sonu açıklamalarında bu sorunun teşhisini, biraz politik bir dille ortaya koydu.
Takımın teknik patronu olarak da zaten net bir şekilde söylemesini beklemek doğru olmazdı.
İsmail Kartal’ın politik dille söylediğini, ben açık açık söyleyeyim sonra da bu teşhisi tartışalım.
İsmail Kartal’a göre sorun taraftarda.
Yanlış anlaşılmasın, taraftar takımı sabote ediyor, tezahüratları ile futbolcuların moralini bozuyor falan demiyor.
Dediği şu: Taraftarın aşırı coşkusuna cevap vermek isteyen takım, taktik disiplinden uzaklaşıyor ve sonucunda hata yapılıyor.
Örneğini de şöyle veriyor:
“Maç 2-1 olduğunda taraftarın baskısıyla, bir an önce skoru 2-2 yapmak için çok fazla futbolcuyla ileriye çıktık, arkada boşluklar bıraktık. Tecrübeli oyunculardan kurulu Rizespor bu boşlukları çok iyi değerlendirdi.”
İsmail Kartal, aynı senaryonun Altınordu maçında da yaşandığını anlattı.
Kartal’a göre futbolcular, özellikle iç saha maçlarında kendilerini taraftara kanıtlamak zorunda hisediyorlar, bu duygu onları taktik disiplinden uzaklaştırıyor.
İsmail Kartal’ın penceresinden bakıldığında bu düşünce gerçekten doğru.
O da biliyor ki takımın yaş ortalaması yüksek.
Düello şeklinde bir o kalede bir bu kalede geçen tempolu maçları kaldıracak güç tam olarak yok.
Böyle maçlarda takım 70. dakikadan sonra oyundan düşüyor.
Aslında İsmail Kartal takımına çok fazla güveniyor.
Ona göre takım, (bu ifade tamamen bana ait) “taraftarın dolduruşuna gelmese”, yenilen her gole karşılık verecek güce sahip.
Yeter ki sabırlı olmasını bilsinler.
Ama Ankaragücü’nün bu taraftarı ile olmuyor, İsmail Kartal’a göre.
Buraya kadar yazılanlar, İsmail Kartal’ın penceresinden bakıldığında görülenler.
Bir de karşı görüşte olanlar var ki ben de onlarla aynı düşünceye sahibim.
Dünyanın her yerinde büyük taraftar kitlesine sahip güçlü takımlar, hakem başlama düdüğünü çalar çalmaz taraftarını da arkasına alarak bir an önce skor bulmaya çalışır.
Uzaklara gitmeye gerek yok, Süper Lig’den örnek verelim.
Beşiktaş, Fenerbahçe ya da Galatasaray’ın siz hiç kendi sahasındaki bir lig maçına savunma ağırlıklı kadroyla, öncelikle yenilmeme anlayışıyla çıktığına şahit oldunuz mu?
Avrupa maçı olur, rakip Real Madrid, Arsenal olur taraftar anlayış gösterir.
Ama üç büyük takımdan biri, kendi sahasında Anadolu takımıyla maç yaparken bu anlayışla oynayabilir mi?
Taraftar buna izin verir mi?
Kendi aralarında oynadıkları derbilerde dahi, ev sahibi ekip her zaman baskılı oynayan taraftır.
Ankaragücü de Spor Toto 1. Lig’in “üç büyükleri”nden biri konumunda.
Ve Spor Toto 1. Lig’in en ateşli taraftarına sahip.
Böyle bir takımın, hakemin başlama düdüğü ile birlikte tek düşüncesi, taraftarı da arkasına alarak gol atmak olmalı.
İlk 11 bu anlayışa göre oluşturulmalı.
Skor bulduktan sonra, ihtiyaç varsa skoru korumak için savunma ağırlıklı değişiklikler yapılmalı.
Maalesef Ankaragücü’nde tersi yaşanıyor.
Savunmaya önem veren bir anlayışla oyuna başlanıyor.
Gol gelmeyince ya da rakip ilk golü atarsa savunma yönü güçlü oyuncular çıkıyor, yerine hücum gücü yüksek oyuncular alnıyor.
Sonuçta Ankaragücü de rakip de bol pozisyon yakalıyor.
Skoru futbolcuların becerileri ya da şanslar belirliyor.
İlk yarıda şans Ankaragücü’nün yanındaydı, maalesef şimdi şans da rakiplerden yana.
Rizespor maçında da skor 2-1 iken bir top direkten döndü.
Dönen top gol olunca 3-1 geriye düşüldü.
3-2 yakalandı, yüzde 99’luk pozisyon kaçırıldı, onun da dönüşü gol oldu.
O pozisyonlarda beraberlik gelse sonuç çok farklı olabilirdi.
İşi şansa bırakmak olmaz ama…
İnatçı yapısıyla tanıdığımız İsmail Kartal bu oyun sisteminden kolay kolay vazgeçmeyeceği için, zorunlu olarak şans faktörü ön plana çıkıyor.
Haftaya Salı günü Samsun deplasmanı var.
İçiniz rahat olsun, İsmail Kartal’ın sistemi deplasman maçları için mükemmel işliyor.
Rakip son haftalarda çıkışta da olsa, bu kadro rahatlıkla 3 puan alır gelir Samsun’dan.
Deplasman sorun değil , biz iç sahaya çözüm bulalım.
Olmadı, bu muhteşem taraftara tezahüratı mı yasaklasakJ))