Büyük kentlerin arka bahçelerinde dolaşmayı severim, kim sevmez ki? Kent yaşamının verdiği stresle gerilen zihnimize format atan yerlerdir. Ne var ki bu arka bahçeler hızla kirleniyor, yok oluyor; 50 kişiyi bile istihdam etmeyen maden ocakları, hobi bahçeleri, yazlıklar, mafya çevirmeleri derken tam bir facia…
1993-2009 yılları arasında Başkentin arka bahçelerini fazlasıyla dolaştım, av-yaban hayatına katıldım, gezi yazıları yazdım. Ankara’nın arka bahçeleri söz konusu olunca aklıma ilkin Işıkdağı gelir. Yüksekliği yaklaşık 2015 m. Bu yüzden zirvesinde ağaç ve bitki örtüsü yok denecek kadar az. Bir keresinde 93 model binek aracımla zirveye tırmanmıştım. 360 derecelik manzara gerçekten muhteşemdi. Katmerli orman görüntülerini sergileyen irili ufaklı tepeler Çerkeş yoluna kadar iniyordu. Bu yükseklikten Sey Vadisi’ne saklanmış olan Roma döneminden kalma Sey Hamamını görebiliyordum. Çevresini 2015m. rakımdan izleyen alçakgönüllü, ışıklı, orman gülüşlü bir dağ. Belki de uzak geçmişte zirvesi ışıkla haberleşme için kullanıldığı için “ışık” önadını aldı, kim bilir?
Eteğindeki derelerle de ünlüdür Işıkdağı. Sofuoğlu deresi bunlardan biridir. Bu dereler çam kokusu, fauna-flora çeşitliliği içinde dört mevsim Sey Vadisi’ne akarak Hamam Çayı’na katılırlar. Bu çaya Hamam Çayı deniyorsa da, aslında ünlü Kirmir Çayı’nın başlangıcıdır. Bilirsiniz bu çay çok uzun ve çetin bir yolculuktan sonra Sarıyar Barajı’na dökülür.
Işıkdağı şimdilerde nasıldır bilemem, ilk fırsatta yeniden ziyaret edeceğim. Şimdi biraz yıllar öncesine dönelim.