Evlilikteki yükümlülüğümüzü diyelim ki beş yılla sınırlandırır ya da evliliğe belli bir süreyi kapsayan bir deneme gözüyle bakarsak, saygının gerektireceği gerçek ve içten özveriyi asla gösteremeyiz.
Adler konuyu şöyle anlaşılır hale getiriyor.
Böyle bir kaçış yoluna düşüncelerinde de yer veren erkek ve kadınlar kendilerini bekleyen ödev için tüm güçlerini toparlayamaz.
Ciddi ve yaşamsal ödevlerin hiçbirinde böyle bir “açık kapı”ya yer yoktur.
Sevgimiz için bir süre belirleyemeyiz.
Bu yoldan evliliği sözde kolaylaştırmak isteyen iyi niyetli ve iyi yürekli bütün insanlar yanlış yoldadır.
Bu insanların evlilik yaşamını kolaylaştırmaya yönelik önerileri, evlenen çiftlerin iyi niyetini sekteye uğratıp zayıflatır, evli çiftin yükümlülüklerinden kaçmasına ve evlilik sorumluluğunu üstlendiklerinde göstermeye karar verdikleri çaba ve zahmeti boşlamalarına olanak sağlar. (Kısa dönem mukaveleye imza atan profesyonel sporcularda riske girmekten bu nedenle kaçmaktadır.)
Ama gözden çıkarılacak bir şey varsa bence sevgi ve evlilik değil, daha çok toplum yaşamımızda katlanılan güçlüklerdir.
Bir sevgi beraberliğini sürdürecek kişilerin hangi özelliklere sahip olması gerektiğini biliyoruz: Sadakat, dürüstlük ve güvenirlik çekincelerden ve bencillikten uzak durmak.
Taraflardan her ikisinde kendi özgürlüklerine eskisi gibi sahip olmak istemeleri durumunda bırakın evliliği gerçek bir arkadaşlığın sürdürülmesinden bile söz açılamaz.
Bu durumun her iki taraf için de nasıl zararlı sonuçlar verdiğini bir örnekle açıklamak istiyorum.
Anımsadığıma göre dul bir kadınla dul bir erkek evlenmişti. İkisi de yetenekli ayrıca kültürlü kimselerdi ve yeni evliliklerini ilk evliliklerinden daha iyi olacağını ummaktaydılar. Ne varki ilk evlan iliklerinin neden yürümediğini bilmiyorlardı.
Toplumsallık konusunda duygularının yetersizliklerinin farkında değillerdi, öyleyken kendilerine yeni bir yol arıyorlardı.
Her ikisi de serbest düşünceli kimselerdi, günün birinde sıkıcı bulmayacakları dertsiz tasasız ve rahat bir evlilik peşindeydiler.
Dolayısıyla her bakımdan tamamen özgür davranabilecekleri konusunda anlaştılar.
Diledikleri her şeyi yapabilecekler ama birbirlerine bütün olup bitecekleri anlatacak kadar da güven besleyeceklerdi.
Bu noktada adam görüldüğü kadarıyla kadından daha cesur davranmıştı. Ne zaman eve gelse o gün yaşadığı neşeli bütün olayları karısına bir bir anlatıyordu. Karısı görünürde bundan pek hoşlanıyordu. Kadın da sürekli olarak bir flört ya da aşk yaşamak istiyordu ama bu yönde ilk adım atmaya vakit kalmadan bir meydan korkusuna yakalanmıştı.
Tek başına evden dışarı çıkamıyordu, nevroz kendisini eve hapsetmişti. Ayağını daha kapıdan dışarı atar atmaz öylesine bir paniğe kapılıyordu ki çaresiz dönüp evden içeri girmek zorunda kalıyordu. Tek başına sokağa çıkacak cesareti gösteremeyişi sonunda kocasını yanı başından ayrılmamak zorunda bırakmıştı.
Evliliğin mantığının iki tarafın anlaşmasını nasıl delip geçtiğini görüyorsunuz. Karısının yanında kalması gereken adam serbest düşünürlüğü sürdüremiyordu. Kadında tek başına sokağa çıkmaktan korktuğu için kendi özgürlüğünden yararlanamaz durumdaydı. Bu kadının iyileşebilmesi evlilik konusunda yeni ve daha sağlıklı bir görüş sahibi olmasına, adamın da evliliğe toplumsal bir ödev olarak bakmasına bağlıydı.
Evliliğin hemen başında yapılan hatalarda vardır. Evlenecekleri eşleri içkiye düşkün kişiler, kültürel ve sosyal bakımdan kendilerinden çok aşağı düzeydeki kimseleri seçerler. Bu gibileri sevgi ve evlilikten korkan eşlerine yukarıdan bakacak konumu oluşturmaya çalışan insanlardır.
Bazı insanlar ekonomik durumlarını güvence altına almak için evlenirler. Acıdıkları için ya da kendilerine hizmet edecek birine gereksindikleri için evlenenler vardır. Gerçek evlilikte bu gibi soytarılıklara yer yoktur.
Evliliğe hazırlanmada göz önünde tutulacak bir diğer noktada iş güç sorunudur. Bu sorunun çözümü günümüzde sevgi ve evlilik sorunundan önce gelmektedir.
Alfred Adler’in oldukça uzun olan “Sevgi ve Evlilik” makalesinden farklı bir pencereyi görüşünüze açtık.
ARTUN TALAY