Hayatın her alanı gibi futbol da koronavirüsten etkilenirken, geçmişe dönülüp bakıldığında dünya genelinde bir salgın hastalıktan dolayı spor organizasyonlarının sezonluk iptaline varacak derecede bir durum yaşanmamıştı.
Ancak savaşlar yüzünden dünyanın birçok yerinde futbola ara verildiği dönemler olmuştu ki içinden geçmekte olduğumuz süreçte de akıllara ister istemez bu örnekler geliverdi.
Özellikle I. ve II. Dünya Savaşlarının yaşandığı yıllarda futbol Avrupa genelinde adeta felç olurken, ülkemizdeyse Balkan Savaşları benzer bir etkiye yol açmıştı.
1. DÜNYA SAVAŞI
Almanya ve İtalya, siyasi birliklerini 19. yüzyılın sonlarına doğru tamamlayabildiklerinden, sömürgecilik faaliyetlerine de İngiltere ve Fransa gibi Avrupa siyasetinde başı çeken iki rakibe kıyasla hayli geç başlamışlardı. Bu durum da haliyle Almanya ve İtalya’yı, İngiltere ile Fransa’ya karşı bir cepheleşmeye itecekti. Bunun yanı sıra 19. yüzyılın ikinci yarısında petrolün çok önemli bir meta haline gelmesinin ardından İngilizler, Ortadoğu’da büyük petrol yatakları olduğunu keşfetmişlerdi ve o dönem Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yer alan bu yatakları da ele geçirmenin hesaplarını yapıyorlardı. Bu çıkar çatışmaları neticesinde de 1914 yılında o günlerde Büyük Savaş olarak adlandırılan, günümüzdeyse I. Dünya Savaşı olarak bildiğimiz savaş patlak verecekti. Bir yanda Almanya, AvusturyaMacaristan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun başını çektiği İttifak Devletleri, diğer yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya’nın liderlik ettiği, 1915 yılında İtalya’yı da saflarına çekmeyi başaran İtilaf Devletleri derken savaş Avrupa’nın büyük bölümüyle Ortadoğu’nun önemli bir kısmına yayılmıştı. 1918’e kadar süren savaş esnasında da elbette Avrupalının futbolu düşünecek hali kalmamıştı. Futbolun beşiği İngiltere’de, 1889-1890 sezonundan beri oynanmakta olan lig maçları, 1914-1915 sezonunun ardından dört yıllık bir ara vermek zorunda kalmıştı. Liglerin yeniden başlaması da 1919-1920 sezonunu bulmuştu. Savaş öncesindeki son sezonda Everton şampiyon olurken, savaş sonrasındaki ilk sezondaysa West Bromwich Albion ligi zirvede tamamlamıştı. Ada’nın kuzeyindeki İskoçya’daysa I. Dünya Savaşı’nın etkileri futbola pek sirayet etmemişti. İngilizlerden sonra dünyanın en eski ikinci ligine sahip olan İskoçlar, 1890-91 sezonundan beri organize ettikleri kendi liglerini bu dönemde oynamaya devam etmişlerdi. Kıta Avrupası’ndaysa 1910’lu yıllarda neredeyse hiçbir ülkede deplasmanlı bir lig sisteminin uygulanmasına başlanmamıştı belki ama ulusal şampiyonun belirlenmesi amacıyla çeşitli turnuvalar da düzenlenmekteydi. Örneğin İtalya’da, 1898’de söz konusu ulusal şampiyonalar start almıştı. 1914-15 sezonundaysa Prima Categoria adında bir şampiyona düzenlenecekti. Bölgelere göre farklı sayıda takımlar içeren turnuvada ilk etapta bu gruplarda derece yapan takımlar bir üst aşamaya geçeceklerdi. Bu aşamada da takım sayısını dörde indirecek grup maçları oynanacak ve Kuzey İtalya ile Orta ve Güney İtalya’nın finalleri için geriye kalacak dörder takım da yine aralarında çift devre üzerinden grup maçları yapacaklardı. Bu grupları lider bitiren takımlar da ulusal şampiyonu belirleyecek finalde karşılaşacaklardı. Ne var ki savaşın çıkması üzerine bu planlar sekteye uğrayacaktı. Kuzey İtalya kısmındaki turnuvada final grubunda bitime bir maç kalmıştı, Orta ve Güney İtalya’daysa henüz final grubu maçları başlamamıştı bile ve turnuvanın ertelendiği açıklandı. Daha sonrasında bu maçların tamamlanmasının mümkün olmadığı anlaşıldığındaysa İtalya Futbol Federasyonu, turnuva durmadan evvel final grubunda zirvede yer alan Genoa’yı şampiyon ilân edecekti. Prima Categoria adlı bu şampiyonaya, 1919-1920 sezonundan itibaren devam edilecek, o sezonun sonunda şampiyonluğa ulaşan takımsa Inter olacaktı. Almanya’da da bölge şampiyonlarını eleme usulüyle karşı karşıya getiren bir ulusal şampiyonanın düzenlenmesine 1903 yılında başlanmıştı. 1914’te SpVgg Fürth’ün VfB Leipzig’i 3-2 yenerek zafere ulaştığı şampiyonanın ardındansa araya savaş giriyor ve bir sonraki Alman futbol şampiyonasının düzenlenmesi ancak 1920 yılında mümkün olabiliyordu. O turnuvayı kazanan takımsa Nürnberg’di. Savaşın önemli taraflarından biri olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’ndaysa Avusturya’nın ve Macaristan’ın ayrı ayrı ulusal ligleri kurulmuştu. Macaristan’da 1901’de beş takımlı bir lig oynanmaya başlanırken, Avusturya’da da 1911’de 11 takımlı bir lig uygulamasına geçilmişti. Macaristan Ligi, 1915 ve 1916 yıllarında savaş nedeniyle oynanmazken, Avusturya Ligi’yse, Viyana ve çevresi Doğu Cephesi’nin biraz uzağında kaldığından oynanmaya devam etmişti. Kıta Avrupası’nın batısındaysa, I. Dünya Savaşı başladığında çoktan oynanmakta olan başlıca ulusal şampiyonalar, Hollanda, Belçika ve Fransa’daydı. Bunlardan Hollanda’da 1888’de, Belçika’da da 1895’te başlayan organizasyonlar en başından beri lig statüsünde düzenlenmekteydi ve bu alanda Kıta Avrupası’nın en eski örneklerini teşkil ediyorlardı. Ancak Belçika’da 1915-1919 periyodunda lige savaş arası verilmek zorunda kalacaktı. Hollanda ise böyle bir arayı gerektirecek kadar savaştan etkilenmemişti. Kupa formatında bir ulusal şampiyonanın 1893’ten beri düzenlenmekte olduğu Fransa’daysa bu organizasyona, I. Dünya Savaşı’nın başlangıcından bitişine kadar, yani 1914-1918 döneminde ara verilmişti.
2. DÜNYA SAVAŞI
1. Dünya Savaşı 1918’de sona ermişti belki ama Avrupa’nın büyük devletleri arasındaki sorunlar çözülmemişti. 1929 yılında yaşanan büyük iktisadi buhran da bu sorunları tetiklemişti. 1933’te Almanya’da Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Partisi’nin iktidara gelmesinin ardındansa siyasi dengeler iyice değişecekti. 12 Mart 1938’de Almanya’nın Avusturya’yı ilhakıyla Kıta Avrupası’nda gerilim artarken, 1 Eylül 1939’da Almanya’nın bu kez Polonya’yı işgal etmesiyle birlikte Fransa ve İngiltere, Almanya’ya savaş ilân ediyor ve II. Dünya Savaşı da resmen başlıyordu. Almanya, İtalya ve Japonya’nın başını çektiği Mihver Devletleri ile İngiltere, Fransa ve 1941’den itibaren de ABD ve SSCB’nin başlıca katılımcıları olduğu Müttefik Devletleri arasında, Avrupa’nın göbeğinden Pasifik Okyanusu’nun en ücra noktalarına uzanacak kadar büyük çaptaki bu tarihin en kanlı savaşı esnasında futbol da tamamen rafa kalkmıştı. II. Dünya Savaşı patlak verdiği esnada futbol dünyasındaki en önemli organizasyon, ilki 1930 yılında düzenlenmiş olan Dünya Kupası’ydı. Dört yılda bir oynanmakta olan turnuva, 1930, 1934 ve 1938 yıllarında yapılmıştı ve sıradaki organizasyonun da haliyle 1942’de olması gerekmekteydi. 1936’da Almanya, 1939’da da Brezilya, turnuvanın ev sahipliği için FIFA’ya başvuruda da bulunmuştu. Fakat FIFA’nın turnuvanın nerede düzenleneceğine karar vermesinden evvel savaşın çıkması, tüm planları altüst ediyordu. Böylece 1942 Dünya Kupası iptal olacaktı. II. Dünya Savaşı’nın 2 Eylül 1945’te resmi olarak sona ermesinin ardındansa futbolseverler elbette bir sonraki Dünya Kupası’nın nerede ve ne zaman yapılacağını merak ediyorlardı. Fakat 1946, böyle bir organizasyona girişilmesi için hâlâ çok erkendi zira savaş süresince tüm ülkeler büyük bir ekonomik yıkım da yaşamışlardı ve böylesi bir maddi darboğaz esnasında hiçbir ülke Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak durumda değildi. 1946 yılındaki FIFA Kongresi’nde 4. Dünya Kupası’nın 1949 yılında düzenlenmesi de gündeme gelmiş fakat bu tarih bile, hiçbir ülkeye, hazırlıkların yetiştirilmesi açısından yeterince elverişli gelmemişti. Neticede organizasyon için 1950 yılında karar kılındı ve adres olarak da II. Dünya Savaşı’ndan fiziki bakımdan en az etkilenen yerlerden biri konumundaki Brezilya seçildi. Savaş esnasında Avrupa’da hangi liglerin durduğunu listelemekten ziyade bu kez liglerin hangi ülkelerde devam ettiğini söylemek belki de daha kolay olacaktır. Avrupa’da savaşın sıçramadığı ülkeler, zaten her daim tarafsızlık ilkesine bağlı kalan İsviçre ile bu savaşta tarafsız kalmayı başaran İsveç, İrlanda, İzlanda, Portekiz ve ülkemiz Türkiye’ydi. Baltık devletleri Litvanya, Letonya ve Estonya da tarafsızlıklarını açıkladılarsa hem Nazi Almanyası hem de SSCB tarafından işgale uğramaktan kurtulamamışlardı. İzlanda’yı da stratejik önemi nedeniyle Müttefik Devletler işgal edecekti. İspanya’da Franco rejimi, Hitler ile arasına çok mesafe koyma yanlısı olmadığından konumunu tarafsız değil de “savaşmayan” olarak belirlemişti. Tabiî bu bile savaşın ateşinin İspanya’ya sıçramasını engellemişti. Geri kalan ülkelerdeyse hayat, savaşın sebep olduğu birtakım ekonomik kısıtlamalar haricinde çok büyük olumsuzluklarla karşılaşmamış, ulusal futbol organizasyonları da sekteye uğramamıştı. Örneğin Türkiye’de Millî Küme müsabakaları, sadece 1942 yılında düzenlenmemişti, bunun sebebi de olumsuz hava koşulları nedeniyle bölgesel liglerin planlanandan daha geç tamamlanmasıydı. Tarafsız ülkeler haricinde Avrupa’yı işgale girişen Almanya ve Almanya’nın himayesindeki sıcak savaştan uzak bölgelerde de futbol müsabakaları genelde sekteye uğramamıştı. Almanya’da ulusal şampiyona, sadece ülkenin Müttefik Devletler tarafından işgal edilmeye başlandığı 1945 yılında yapılamayacaktı. Bu istisnanın dışındaysa Almanya şampiyonaları her yıl düzenlenmiş, hatta ilhak edilen Avusturya takımları da bu şampiyonaya iştirak etmiş, hatta hatta 1941 yılındaki şampiyonayı da Rapid Wien kazanmıştı. Yine o zamanlar Bohemya ve Moravya adı altında Almanya himayesi altında olan Çekoslovakya’da da ulusal lig devam etmişti. Günümüzde birçok futbol istatistikçisi tarafından tüm zamanların en skorer ismi olarak kabul edilen Josef Bican da kariyerinin en parlak günlerini bu savaş yılları altında Slavia Prag formasıyla yaşamış ve toplamda 114 maç içeren beş sezonda 229 gol atarak eşi benzeri bir daha görülmeyecek bir performans ortaya koymuştu. Kim bilir, savaşın gölgesindeki bir dünyada oynamak zorunda kalmasaydı belki Bican’ın şöhreti dünyaya çok daha fazla yayılmış olacak ve tüm zamanların en iyi futbolcuları sayılırken de kendisinden çok daha fazla bahsedilecekti. Savaşın başlangıcına sebep olan işgale uğrayan Polonya’daysa 1939 sezonu yarıda kalıyor, sonrasında da savaş bitene kadar futbola ara veriliyordu. Yarıda kalan sezondaysa 10 takımlı ligde 14 maçta 18 puan toplayan Ruch Chorzow lider, 12 maçta 16 puanlı Wisla Krakow ikinci, 13 maçta 16 puanı olan Pogon Lwow ise üçüncüydü. Ligin zirvesinde net bir görünüm olmaması nedeniyle de yarım kalan bu sezonda şampiyonluk herhangi bir takıma verilmeyecekti.
İSPANYA İÇ SAVAŞI
Az önce İspanya’nın II. Dünya Savaşı’nda aktif olarak yer almadığından bahsetmiştik. Dolayısıyla o dönemde İspanya’da futbol müsabakaları da kesintiye uğramamıştı. Ancak İspanya’da da II. Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, yaklaşık iki buçuk yıl süren bir iç savaş yaşanmıştı. Cumhuriyetçiler ve Milliyetçiler arsındaki savaşta 300 bine yakın kişi cephede hayatını kaybederken toplam can kaybı milyonu aşmıştı. İspanya’da ulusal lig organizasyonuna 1929’da başlanmıştı. İlki 10 takımla düzenlenen lig, beş yıl sonra 12 takımla oynanır hale gelmişti. 1935-36 sezonuysa, İkinci İspanya Cumhuriyeti çatısı altında oynanan son lig sezonu olacaktı. Temmuz 1936’da çıkan iç savaş neticesinde lige üç sezon süresince ara verilecek, savaşın Nisan 1939’da son bulmasının ardından da 1939-40 sezonuyla birlikte lig yeniden başlayacaktı. Savaş öncesindeki son sezonun şampiyonu Athletic Bilbao olurken, savaş sonrasındaki ilk şampiyonluk ise o günlerde Atletico Aviacion adını kullanan Atletico Madrid’in olacaktı.
BALKAN SAVAŞLARI VE MONDROS MÜTAREKESİ
Türkiye’de futbolun en çabuk gelişme gösterdiği merkez, aynı zamanda o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nun da başkenti konumunda olan İstanbul’du. Cumhuriyet öncesindeki dönemde de ülkedeki en önemli futbol turnuvasının, İstanbul Ligi olduğu söylenebilirdi. 1904-1905 sezonuyla hayata geçen lig, İstanbul’un cephe gerisinde olması nedeniyle I. Dünya Savaşı süresince bir aksaklık yaşamamıştı belki ama bundan kısa bir süre evvel, 1912 ve 1913 yıllarında peş peşe iki Balkan Savaşı yaşanması ve birçok gencin de bu savaşlara katılması nedeniyle 1912-13 sezonunda lig oynanamamıştı. I. Dünya Savaşı bitiminde de Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasını takiben İstanbul’un İngilizler tarafından işgal edilmesi nedeniyle 1918-1919 ve 1919-1920 sezonları da oynanamayacaktı. Balkan Savaşı nedeniyle oynanamayan sezonun öncesinde ve sonrasında şampiyonluğu Fenerbahçe elde etmişti. Mütareke öncesindeyse, İttihat ve Terakki Fırkası’nın açıkça desteklediği Altınordu İdman Yurdu’nun üst üste iki şampiyonluğu bulunuyordu. Mütarekenin ardından İttihat ve Terakki’nin kendisini feshetmesiyle birlikte Altınordu İdman Yurdu da bir bakıma sahipsiz kalacak ve 1926’da da kapanacaktı. İstanbul Ligi’nin yeniden oynanmaya başladığı 1920-21 sezonundaysa şampiyonluğa ulaşan taraf, Fenerbahçe olmuştu.
KAYNAK: TFF / TAM SAHA