O zaman parasız atletizm faydasız atletizm olarak görülmez mi?
Bu laf şuradan çıktı.
1960 ve 1970’lerde filmlerde iki güzel kadın vardı biri masum diğeri fettan kadındı. Fettan olan masum olanın elinden filmin kahramanını almaya çalışırdı. Onun için önemli olan adamın yakışıklılığı değil zengin olmasıydı. Bunun için ‘parasız adam faydasız adamdır’ derdi.
O tarihlerde televizyonda önce ‘Dallas’ dizisi, birkaç ay sonra da ‘Flamingo Yolu’ dizisi yayına girdi. Mersin’deki Flamingo Yolu da bu diziden adını aldı. İzleyenler bu iki dizideki önemli değişiklikleri hemen gördüler. Seyirci toplasın, ilgi çeksin diye birçok güzel kadın rol almaktaydılar. Bu kültür dünyaya yayıldı ve bizi de etkiledi. Dizi ve filmlerde çok sayıda güzel kadına yer verilir oldu.
Günümüzde daha çok izlensin ve ilgi çeksin diye aşılama yoluna gidiliyor. Dizilerin uzayan bölümlerinde bir yakışıklı erkek ve üç kadın transfer edilerek ilgili artırabilmek için aşılama çıkış yolu olarak görülüyor.
Kimilerine göre bu durum hayatın cilvesi, kimilerine göre de kapitalizmin şapkadan çıkardığı tavşan!
Orhan Altan hocamız ‘paralı atletizm faydalı atletizmi’ savunurdu.
Uluslararası alanda başarılı olan antrenör ve sporculara ödül verilse de bu sorunu çözmüyordu. O düzeye çıkıncaya kadar antrenör ve sporcu çok sıkıntı çekiyordu. Bu nedenle sporu erken bırakan yetenekler olduğu gibi, durumun zorluğundan çekinip de spora hiç başlamayan yetenekleri kazanmak gerekiyordu.
Maaşlı antrenörlerin dışında fahri antrenörleri de unutmamak önemliydi. Bunları çözebilmek için Orhan Altan hocamız bir servis yolu açılarak hedefe ulaşmak için ‘İtici Güç Bursunu’ öneriyordu.
Türkiye’de kendi kategorisinde ilk 3’e giren sporcular ile onların antrenör ve öğretmenleri bu şekilde rahat nefes alabileceklerdi. Ayrıca Türkiye rekoru kıranlar, Türkiye okullar şampiyonasında ilk 3’e girenler ve onları yetiştiren ve çalıştıranlar için bu itici güç bursu büyük bir fırsat olabilecekti.
Çocuk yetiştirme yurtlarındaki potansiyeli harekete geçirebilmek için, onların da projeye dahil edilmelerini istiyordu. Yani Orhan hocamız ‘Paralı atletizm, faydalı atletizmi’ savunuyordu.
Orhan Altan hocamız yağlı güreşlerle, paralı yol yarışları arasında benzerlik kuranları uyarıyordu.
‘Yağlı güreş kültürü bize ait, bu nedenle başka ülkelerden kimse katılmak için gelmez ama atletizm öyle değil ki. Gün gelir Afrika’dan birçok atlet bu paralı yarışlara gelirler ve ödülleri toplayabilirler.
Eğer itici güç bursu devreye bir an önce sokulursa, yeni yetenekler atletizme başlarlar, birkaç yıl sonra Afrikalıları geçecek düzeye gelecek oldukları için yağlı güreşte olduğu gibi dışardan gelen olmaz. O nedenle tedbiri önceden almak gerek.’ derdi.
Atletizm yarışlarından sonra başarısız olan sporcusunu paylayan antrenörü kenara çekerek ‘Başarı antrenöre başarısızlık sporcuya olmaz, bu adalet değil, nerede hata yaptığınızı bulun ve bunu tekrar etmeyin. Çünkü acılar paylaştıkça küçülür.’ derdi.
Almanya’ya işçi olarak giden eski bir atlet senelik izni sırasında Orhan hocamızı sahada ziyarete gelmişti.
Almanya’da evine yakın olan atletizm sahasına İşlerinin yoğunluğundan yeterince gidememekten yakınıyordu.
Orhan hocamız Almanya ya bunları bilerek ve isteyerek gittiniz, yabancı ekmeği acı olur, yabancı bir eşiğin basamaklarından çıkmak zordur dedi.
Orhan Altan hocam az antrenman ve yarışlardan sonra kahveci Vedat’ın mekanına çay içmeye giderdi.
1 antrenör kendi ilinde yaşadığı atletizm sıkıntılarından söz etti.
Yan masada oturan ve sohbete kulak misafiri olan biri, “Bu verdiğiniz emeği atletizme değil de, futbola, basketbola, voleybola verseydiniz bunları konuşmazdınız” dedi.
Antrenör hemen atletizmi savunmaya başlayınca, Orhan hocamız araya girerek ortayı buldu. “Antrenör atletizmden değil, ilindeki yaşadığı sıkıntıdan söz etti, bunu daha fazla uzatmayalım dedikten sonra, masadaki antrenörlere şunları söyledi.
-”Toplum içinde yanlış anlaşılmasın diye atletizmin iyi yanlarının öne çıkarın ki, iyilik ve çözüm gelsin. Biz bizeyken her türlü eleştiriyi yapın çünkü her bir araya geliş yeni bir başlangıçtır.”
Sık sakatlıklarla karşılaşmaktan şikayet eden antrenörlere Orhan Altan hocamız insanın geçmişte yaşadıkları bugün yaşadıklarını belirler. İnsan kesik parmağına sıcak suya tutarsa ne olur? Canı yanar öyle değil mi, aynı şekilde ayağı çeken atletine sürat antrenmanından sonra deep-jump yaptıran antrenörde muhakkak sakatlıkla karşılaşacaktır. Ha kesilmiş parmağı sıcak suyun altına tutmuş, ha bu antrenmanları yaptırıp atleti sakatlamış değişen bir şey yok.
Hazırlanma döneminde kasım ayın da yaşanan sakatlıklardan şikayetçi olanlara da, “Sakatlık konusunda anahtar gibi çıt diye kapıyı açacak bir şey yoktur.” Antrenör bilgi ve tecrübesiyle sorunlarını kendi çözmek zorundadır, Kasım ayında daha önce yapması gerekenleri ihmal edip , sürat antrenmanında ısrar etmek sakatlık getirir.
Bir antrenör bazı arkadaşlarının kendi arkasından konuştuğundan söz edince Orhan hocamız, “Bazen antrenör en yakın arkadaşım bunu bana nasıl söyler der. İnsan bu söyleyebilir. Her zaman arkadaşlarımızdan beklediklerimizin karşılığını alamayız. Bazıları bundan hiç etkilenmez bazıları da benim rahmetli Saadet ablam gibi kendisini buzdolabının önünde bulur” dedi.
Benim Orhan Altan hocamızdan öğrendiklerime gelirsek , şöyle toparlayabilirim.
Atletizmde kör kaderciliği seçmekle, sorumluluktan kaçmayı ve tembelliği seçmiş oluruz.
Suda boğulana acımak yerine, suyun üstüne köprü yapıp, insanları sağ salim öbür tarafa geçirmenin yolunu bulmalıyız.
Atletizmde deniz tükendi, gemi karaya oturdu diyenlere, neden geminin dümenini ele geçirmedin diye sormak lazım.
Ne tuhaf dünya. Bir tarafta bir göz odada yaşamaya çalışanlar, öbür tarafta 400 metrekarelik villalarda yaşayanlar.
Bir tarafta toprak sahadan şampiyon çıkaranlar, öbür tarafta sentetik sahaya rağmen sıkıntı çekenler!
Atletizmin genel resmine bakınca duygu yükü olduğunu görüyor ama anlamlandıramıyoruz .
Yok ben bu görüşe katılmıyorum diyenlere, “ O zaman sen kavanozundan ne zaman çıktın?” diye sormak gerek.
ALLAH Orhan Altan Hocamızın sevaplarını artırsın.
ARTUN TALAYA