Ankaragücü, galip gelmesi halinde ligde kalabileceği maçta Trabzonspor’a deplasmanda 4-2 yenildi.
Bu sonuçla da son 5 yılda 3. kez küme düştü.
Skora bakıp da Trabzonspor’un müthiş oynadığını sakın zannetmeyin.
Ankaragücü, 2 kez öne geçtiği, 87. dakikada 2-1 önde olduğu maçı, Emre Beleözoğlu’nun kibiri, futbolcuların da ruhsuzluğu yüzünden kaybetti.
Trabzonspor, Fenerbahçe maçında aldığı ceza nedeniyle maçı taraftarsız oynadı.
Maç sabahı Trabzon’da olduğum, gün boyu şehrin havasını teneffüs ettiğim için rahatlıkla söyleyebilirim.
Keşke Papara Park Stadı’nda taraftar da olsaydı.
Trabzon’da 7’den 70’e herkesin gönlü Ankaragücü’nden yanaydı.
Bordo Mavili taraftar o statta olsaydı, Ankaragücü taraftarından daha etkili olur, dün maçta oynamak isteyen 3-4 Trabzonsporlu futbolcuyu da oynatmazdı.
Maçı anlatmaya hiç ama hiç gerek yok.
Rakip sadece top çevirmeye çalıştı, Ankaragücü’nün üstüne bile gelmedi.
Öyle vurdum duymaz, öyle acemi oyuncular vardı ki sahada, oynamak istemeyen Trabzonspor’u dahi, zoraki oynattı.
Aslında Ankaragücü’nün düşeceği hissine maçtan bir gün önce Garry Rordigues’in sosyal medyaya bomba gibi düşen açıklamalarından sonra kapılmaya başlamıştım.
Ancak, “yok ya bu kadar da olmaz” diyerek herkes gibi sessiz sessiz maçı bekledim.
Maalesef sahadaki futbol, yazmaya bile korktuğum duyumlarımın doğruluğunu gösterdi.
Duyumlarım, takımda birçok futbolcunun Emre Belözoğlu’nun forma tercihlerinde adil davranmadığına inandığı şeklindeydi.
Devre arasında transfer ettiği futbolcular dışında tüm futbolcuların Emre Hoca’ya tepkili olduğu söyleniyordu.
Emre Belözoğlu, Garry Rodrigues’i son maç öncesi kadro dışı bırakınca, bardağın taştığı, futbolcuların bu olayda oyuncudan yana tavır koydukları bilgisi gelmişti.
Maç sonu görüştüğüm bazı yöneticiler dahi, futbolcuların bu olaydan dolayı kasıtlı olarak oynamadıklarının altını çizdi.
Emre Hoca, kendi ifadesiyle de açık açık belli ettiği üzere Ankara’ya staj yapmak üzere gelmişti.
Stajını, Ankaragücü’nün kaderiyle oynayarak yaptı.
Maç sonu, sosyal medyada çıkan haberleri hatırlatıp istifa edip etmediğini sordum.
Konuşması veda niteliğindeydi ama bir türlü istifa kelimesini ağzına almadı.
Eğer ki beklentisi 1 yıl daha devam eden sözleşmesinden dolayı tazminatsa, bu kulüp ona o parayı da verir ama bir daha bu takımın başında sahaya çıkartmaz.
Maçtan sonra konuşması gerekenler sessizliğe büründüğü için eski Başkan Faruk Koca’yı aradım.
Saklamaya gerek yok, uzun süredir aramız limoniydi ve telefonlarıma çıkmazdı.
Bu kez açtı, yaklaşık yarım saat görüştük.
Müthiş tepkili, müthiş kızgın.
Konuştuğumuz her şey off the record (yazılmamak kaydıyla) olduğundan burada kaleme alamıyorum.
Ancak net şekilde isim vererek, “bu takımı iki kişi düşürdü” dedi.
Diğer iki kişiyi de sessiz kalmakla suçladı.
Çok uzun süre sessiz kalmayacağını, yakında her şeyi paylaşacağını da söyledi.
Maç sonu sessiz kalmayan bir yönetici de taraftardan sorumlu Gülsen Yılmaz’dı.
Dakikalarca birbirimize sarılarak ağladık.
Laz kızı, teknik direktör Emre Belözoğlu’na, futbolculara öyle sözler sarf etti ki “helal olsun, delikanlı olmak için illa ki erkek olmak gerekmiyor” dedirtti.
Geçmişte çok eleştirmişliğim vardı, hepsinden dolayı özür diliyorum.
Bu takımı, sadece hoca ve futbolcular değil, el ele vererek hepimiz düşürdük.
Suçlu aranıyorsa en başa Faruk Koca’yı yazarım.
Devre arası transferler hariç, bugün eleştirdiğimiz ne varsa hepsinin birinci sorumlusu o.
Bu yönetimi de o kurdu, bu teknik direktörü de o getirdi, bu ruhsuz futbolcuları da Emre Yıldız’ın transfer etmesine o göz yumdu.
İkinci sırada yaşananlara sessiz kalan yönetimi yazmak gerekir.
Emre Belözoğlu’nun esiri oldular, acemiliklerine ses çıkarmadılar, masaya yumruğu vuramadılar.
Maddi sorunlara bir türlü kalıcı çözüm üretemediler.
Futbolcular, teknik heyet üçüncü dördüncü sırayı alır.
Yaptıkları hepimizin malumu.
Ankara medyası olarak imkanlarımız çok kısıtlı olsa da kesinlikle masum değiliz.
Hep üç maymunu oynadık.
Görmemiz gerekeni görmedik, işitmemiz gerekeni işitmedik, konuşmamız gerekeni konuşmadık, yazmadık.
Hep Polyanacılık yapmak istedik.
Bir şeylerin mutlaka değişeceğini, bu ligde bu kadar kötü takım varken, Ankaragücü’nün düşmeyeceğine inandık.
Son sıraya mı yazmak gerekir, en başa mı bilemedim, taraftar grupları da bu başarısızlıkta büyük pay sahibi.
Her şeyi, medyadan bile fazla biliyorlardı ama bir ikisi hariç konuşmadılar, aksine konuşmak isteyenleri bile susturdular.
Tribünlerde münferit taraftara baskı uyguladılar.
Bundan sonra ne olacak?
Emre Belözoğlu beyefendi, stajını başarısızlıkla tamamladı, maçtan sonra ağlamış, çok da umurumuzdaydı.
Yarın unutacak, İstanbul’a gidecek, çok geçmeden de siyasi bağlantılarını kullanarak stajdan sonra çıraklık yapacağı bir kulübü mutlaka bulacak.
Futbolcular, hele ki yabancılar maçtan sonraki hallerini görünce insan çıldırmamak için kendini zor tutuyor.
Kulaklarında kulaklık, müzik dinliyor, ellerinde telefon sosyal medyada gezip duruyorlar.
O kadar vurdumduymazlardı ki.
Paralarını en kötü FIFA’dan transfer yasağı aldırarak ceplerine atarlar.
5 yılda 3. kez küme düşmenin üzüntüsünü yaşamak bizlere düşer.
İlkini pandemiden dolayı düşme kaldırılınca, suçu da geçmiş Mehmet Yiğiner dönemine atarak sessizce geçiştirdik.
İkincisinde belki de suçu en hafif olan Fatih Mert’e yükledik, Faruk Koca, “Tarihin en güçlü yönetimi ile geliyorum, borçsuz, Süper Lig’de şampiyonluğa oynayacak takım yapacağım” deyince üzülmek bir yana sevindik de.
Ama bu kez ucuz vaatlerle yırtmak yok.
A’dan Z’ye herkes hesap vermeli.
Bu kez kimseden hesap sormadan bu defter kapanmamalı.
Ankaragücü, İmalat-ı Harbiye ruhuna sahip bir takımdır.
Düştüğü yerden yeniden kalkar, Süper Lig’e yükselir.
Ama bu safralar mutlaka bu vücuttan atılmalı.
METİNER ERDEM