“Kupa Beyi” Ankaragücü, 23 yıl aradan sonra yükseldiği Ziraat Türkiye Kupası yarı finalinde deplasmanda Başakşehir’e 1-0 yenildi.
Maç öncesi Ankaragücü’nün İstanbul’dan galibiyetle döneceğine çok ama çok inanmıştım.
Tur için beraberliğe de razıydım, kimselere söylemiyordum ama tek farklı yenilgide de inanın finale Ankaragücü’nün yükseleceğine yüzde 100 emindim.
Kötünün iyisi bir sonuçla İstanbul’dan dönüldü ama benim yüzde 100’lük inancım artık yüzde 50’lerin bile altına indi.
10 kişi kalmış bir rakibe kaybetmek, ilk kez Ankaragücü’nün başına gelen bir olay değil.
Bunlar futbolda olağan şeyler, kabul etmek gerekir.
Ama benim de yüzbinlerce Ankaragücü taraftarının da kabullenemediği, 10 kişi kalmış bir takım karşısında maçı kazanmak için hiçbir şey yapmayan, İmalat-ı Harbiye ruhunu özümsememiş futbolcuların oynadıkları oyundu.
Teknik direktör Tolunay Kafkas, maça 3-1 kazanılan Giresunspor maçı ile golsüz sonuçlanan Kasımpaşa maçlarının kadrosundan 5 değişiklikle başladı.
Haftalardır kötü oynamasına karşın sürekli 11’de yer bulan Ghayas Zahid bu kez esame listesinde bile yoktu.
Takımın en formda ismi kaleci Gökhan Akkan, inişli çıkışlı grafik gösteren Taylan Antalyalı, Lamine Diack ise yedek kulübesinde bekletilmişti.
Geçen hafta ilk 11’de şans bulan ancak değerlendiremeyen Tasos’un bu kez yedek bırakılması ise beklenen bir gelişmeydi.
Yedek kulübesinin gediklileri kaleci Bahadır Güngördü, Andrej Djokanovic, Milson ve Pedrinho ise sürpriz şekilde ilk 11’de maça başlamıştı.
“Kupa Beyi” unvanın var ama 42 yıldır kupaya hasretsin, 23 yıl sonra ilk kez yarı final oynuyorsun.
Ankaragücü tarihi açısından bu kadar önemli bir maçta bu kadar derin rotasyon yapılmasını ne ben ne meslektaşlarım ne de taraftar bekliyordu.
Maçın önemini Tolunay Kafkas’ın bilmemesi mümkün mü?
Tabi ki değil.
Lig maçlarının telafisi olur ama bu maçın telafisi çok zor.
Tolunay Hoca’nın bildiği bir şey vardır diyerek maçı izlemeye başladık.
Hakem başlama düdüğünü çaldı ama ne mümkün sahadaki futbolu izlemek.
Gözler, kulaklar ister istemez Başakşehir Fatih Terim Stadı’nda kendilerine ayrılan yerleri dolduran bine yakın Ankaragücü taraftarında.
Bine yakın taraftardan o ses nasıl çıkar anlamakta zorlanıyorum.
Başakşehir, İstanbul’un en genç ilçelerinden biri.
10-15 yıl önce tek bir bina olmayan bu bölgede şimdi koskoca bir şehir yaşıyor.
İstanbul merkezden oldukça uzakta sakin bir ilçe olan Başakşehir inanıyorum ki dün kısa tarihinin en ilginç akşamlarından birini yaşamıştır.
Bu sessiz, sakin ilçenin sakinleri muhtemelen akşamı balkonlarda, pencerelerde stattan gelen bin kişinin muhteşem tribün desteğini dinleyerek geçirmiştir.
Biz alışkınız ama basın tribünündeki İstanbullu meslektaşlar alışkın değil.
Ellerinde cep telefonu maç boyu Ankaragücü tribünlerinin şovunu kayda aldılar.
İnanın taraftarın tribünde harcadığı enerjinin onda birini sahadaki oyuncular harcasa dünkü maçın sonucu çok ama çok farklı olurdu.
Maçı, ilk 42 dakika ve sonrasındaki uzatmalarla 60 dakika olarak ikiye ayırmak gerekir.
11’e 11 oynanan ilk 42 dakikada 3-4-2-1 şeklinde sahaya yayılan Ankaragücü, öncelikle rakibi durdurmayı, ardından rahat adam eksiltebilen Milson ile kontrataklar yaparak gol aramayı düşündü.
İlk dakikalarda ofsayta takılan gol, biraz endişelendirse de Ahmed Touba’nın Milson’u gole giderken tutmasıyla (VAR’ın uyarısıyla) gelen kırmızı kart maçın seyrini değiştirdi.
Bu kadar net pozisyonda kararı VAR’a bırakmak da hakem Zorbay Küçük’ün hanesine eksi puan olarak yazıldı.
İlk 42 dakikada tam da Tolunay Kafkas’ın istediği oyun vardı sahada.
Başakşehir gol için bastırıyor, zaman geçtikçe geride bıraktıkları boşlukları Ankaragücü Milson ve Ali Sowe’la kullanmaya başlıyordu.
Ne zaman maç 11’e 10’a dönüştü, Ankaragücü için maçın sonu oldu.
Anlaşılan Tolunay Kafkas, stratejisini sadece geçiş oyunu üzerine kurmuş, Başakşehir’in kendilerine set oyunu oynayacak fırsatları vereceğini aklına dahi getirmemiş.
Zaten aklına gelse, son haftalarda formsuz olsa da bu takımda set oyununda ofansta etkili olabilecek tek oyuncu olan Ghayas Zahid’i esame listesine almaması mümkün değildi.
Kırmızı karttan sonra oyun uzatmalarla 60 dakika daha oynandı, Ankaragücü karambolde Ali Sowe’un direğe çarpar sakatlanırım korkusuyla dokunmaktan kaçındığı son dakikalardaki pozisyona kadar, bir tek gol pozisyonuna giremeden maçı tamamladı.
Tolunay Kafkas’ın adam eksiltme özelliği olan tek oyuncusu Milson’u ikinci yarı kesmesini mantıkla izah etmem mümkün değil.
Ancak, hatalarına rağmen oyunu çevirmek için elinden gelen her şeyi yaptı.
İkinci yarı sistemini 3-4-1-2’ye çevirerek Tasos’u, Emre Kılınç’ı, sonra da Moussiti-Oko’u Ali Sowe ile birlikte çift forvet oynattı.
Olmadı, olmadı.
Tolunay Kafkas ne yapmak isterse istesin, sahadaki ruhtan yoksun oyuncularını harekete geçiremedi.
Gol uzatma dakikalarında geldi ama perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.
Üç stopere rağmen savunma hattı hiç güven vermiyordu.
Çok ileriye çıkıyorlar, geriye dönüşlerde sıkıntı yaşıyorlardı.
Joao Figueiredo’nun hiçbir müdahale olmadan yaklaşık 70 metre top taşıdığı, uzaktan şutunu kaleci Bahadır Güngördü’nün kurtardığı pozisyon olacakların habercisiydi.
Gol ise trajikomikti.
Tüm defans üzerine düşen hatayı eksiksiz yaptı.
Kevin Malcuit topu kaptırdı, Nihad Mujakic bassa topu alacağı ya da en fazla faul yapıp sarı kart göreceği pozisyonda Deniz Türüç’un orta yapmasına izin verdi, Atakan Çankaya ve Lamine Diack ceza alanı içindeki tek Başakşehirli Joao Figueiredo’yu unuttular.
Kaleci Bahadır Güngördü de yuvarlana yuvarlana yavaşça gelen topu ters ayakta yakalanarak seyretmekle yetindi.
Bu beş oyuncudan birisi o hatayı yapmasa bugün en kötü 0-0’la Ankara’ya dönülmüş, moraller bugünkü gibi sıfırın altına düşmemiş olacaktı.
Atalar bir musibet, bin nasihattan iyidir derler.
Yaşanan bu musibet, umarım hem Tolunay Hoca’ya hem de oyunculara ders olur.
Maçı tekrar izlerlerken en azından o muhteşem taraftarın performansından utanırlar da rövanşa çok farklı hazırlanırlar.
Kupa Beyi Ankaragücü ne yapacak ne edecek o finale gidecek.
Ya bu takım finale gidecek ya da çoğu kiralık ya da sözleşmesi tek yıllık olan bu futbolcular Ankara’dan gidecek.
Buna kendileri karar verecek.
Maç bitmiş Gecekondu’su, Genç Güçlüler’i, Yenidoğanlı Güçlüler’i, Bekar Evi Çocukları, Sağ Kapalı’sı, Sol Kapalı’sı, münferiti, ihtiyarı, genci tek vücut olmuş, muhteşem performans sergilemiş, geriye maç kaybedilse de takıma moral vermek kalmış.
Maçtan sonra “Ankaragücü Buraya” diye tezahürat yapıyorlar.
Futbolcuların bazıları üzgün, soyunma odalarına girmiş, kimisi de tribünlerden gelen çağrıya kulak verip taraftarının yanına gitmek istiyor.
Şapkalı bir yönetici, futbolculara soyunma odasına gitmeleri için talimat veriyor.
Taraftarın çağrısı karşılıksız kalıyor.
Taraftarın tepkilerini sosyal medyaya taşıması üzerine Basın Sözcüsü her zamanki gibi tepkileri göğüslemek için öne çıkıyor, o yöneticiyi savunmaya çalışıyor.
Savunması da “o yöneticinin tezahüratı anlamadığı” yönünde.
Sevgili Hüseyin Aytekin, “Ankaragücü buraya”nın anlaşılmayacak nesi var Allah aşkına?
Ayakkabı numarasından küçük IQ’ya sahip insanlar bile anlar, bu tezahüratla istenen şeyi bilir.
Vallahi bu savunmayla mevkidaşını küçümsüyorsun gibi geldi.
Bu yönetici geçen hafta başlığa yazdığım Levent Onuk.
O konu da kapanmadı, şu kritik haftalar geçsin çok kişiye yazıklar olsun diyeceğim o konuda.
25 yıl hizmet verdiğim Anadolu Ajansı’na da üyesi olduğum TSYD Ankara Şubesi’ne de en başta da Başkan Faruk Koca’ya.
METİNER ERDEM