Bir olimpiyat madalyalı yelkenci bile bulamamışız, 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde. Bırakın olimpiyatı, batırmışız inşaat yığıntıları ile kıyılarımızı.
“Türkiye’nin üç tarafı denizlerle kaplı” diye daha ilkokulda başlamışlardı öğretmeye öğretmenlerimiz. Övünerek anlatırlardı, savaşta geçit vermeyen boğazlarımızı, yüzyıllar süren denizdeki hükümranlığımızı.
Büyüyünce öğrendik ki, her tarafımız deniz ama bizler denizci değiliz. Denizi kullanmayı değil, kurutmayı, faydalanmayı değil pisletmeyi daha iyi beceriyoruz. Bizler kara ikliminde yaşamaya alışmış insanlarız ve denizcilik bize uzak. Bir olimpiyat madalyalı yelkenci bile bulamamışız, 3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizde. Bırakın olimpiyatı, batırmışız inşaat yığıntıları ile kıyılarımızı.
Oysa girintili çıkıntılı kara yapımızın, denizin eşsiz mavisi ile buluştuğu cennet koylarımızı, yabancılar tarafından çoktan fark edilmişti. Yıllarca biz halk plajlarını bilip, oralarda üst üste denize girerken, yabancı bandıralı yatlarla gelen turistler, o güzelim turkuaz koylarımızda tatilin hasını yaşıyorlardı biz bilmeden. Deniz ülkesinde, yat ve tekne fiyatları aşağı çekilemediği için, bunlara binenler de yüksek bedeller ödemek zorunda kalmışlardı yıllarca.
Hayattayken mutlaka yapılması gerekenler listemde yıllardır duran mavi yolculuk, bana 60’ımdan sonra uğradı. Onda da Aydınlıkevler Lisesinde beraber okuduğumuz, mahalle arkadaşım, uzun yol gemi kaptanı Ömer Salcı’nın telefonu etkili oldu. Çünkü bir sene önce bu zamanlarda, Ömer’in mavi yolculuk fotoğraflarını görmüş ve ona sitem etmiştim, “bizi unuttun” diye.