Futbol, sadece takımların formaları ile değil, oynayanların, yönetenlerin, seyredenlerin, saha içinde ve dışında yaşadıkları ile renkli bir dünya.
Futbolcu, antrenör, hakem, yönetici ve seyirci futbolun olmazsa olmazı.
Futbolun en önemli bu beş unsurundan biri seyirci pandemi döneminde statlardan uzak kalınca, bu rengin yerinde boş tribünlerin renkli koltuklarının soğuk görüntüleri, seyircinin futbol için ne kadar vazgeçilmez olduğu gerçeğini gözler önüne serdi.
Saha içinde ve saha dışında yaşananlardan, renkli bir dünya demiştim.
İlk ağızdan dinlediğim, yaşadığım bazı anlardan hatırımda kalanları yazıya döküyorum.
İsmi geçenlerden hayatta olmayanları rahmet ve saygı ile anıyor, yaşayanlara sağlık diliyorum….
Kadri Aytaç.
Futbolumuzun en önemli isimlerinden biriydi. Futbol zekası, sevdası üst düzeydi. Milli takımın vazgeçilmeziydi. Beyoğluspor’da başlayan futbol yaşamı Galatasaray , Karagümrük, Fenerbahçe takımlarında devam etti, Mersin İdmanyurdu takımı son durağı oldu.
Bir Mersin İdmanyurdu-PTT maçında kazanılan penaltı vuruşunu Kadri Aytaç kullanır. PTT kalesinde Cavit Gökalp. Kadri Aytaç topa vurmaya gelirken, Cavit top sağ alt köşeye gelecek düşüncesi ile o yana giderken top sol üst köşeden filelere takılır. Yağmurlu bir hava, saha çamur, Kadri golden sonra Cavit’e yaklaşır,
-“Ne arıyorsun orda para mı kaybettin? Cavit yerden kalkıp yan filelere doğru yürür… Havluya ellerimi silecektim” der.
Birçok takımda antrenörlük yapan Kadri Aytaç topun üstüne oturan futbolculara çok kızardı.
Takımlar sahaya çıkarken rakip takımdaki futbolcu arkadaşına başarı dileyen oyuncusunu onbirden çıkardığı anlatılır…
Futbolla, futbol aşkıyla yaşadı… Futbola saygı duydu. Futbolcularına da bu duyguları kazandırma çabasındaydı.
Ergun Kantarcı, Türk futbolunda gerçek yerini bulamayan birçok futbolcudan biriydi… Futbolseverin hatırındadır. Top tekniği, oyun zekası, yerini bulan pasları ile birçok ileri uçtaki arkadaşının gol atmasına katkısı oldu. Kadri Aytaç’ın antrenör olduğu takıma transfer olduğu ilk günlerde, çift kale antrenmanında Kadri Aytaç Ergun’u kendi onbirine alır… Onun vereceği paslarla takımının goller atacağını hesaplarken, Ergun’un hiçbir pası isabetli olmaz. Bir süre sonra Kadri Aytaç sinirlenir ve Ergun’a kızar.
Ergun sakin cevabını verir.
-“Hocam 42 numara ayakkabı giyiyorum, bana 44 numara ayakkabı verdiler… 44 numaralık pas veriyorum” der.
X X X
Gol kralı olmak kolay değil. Hele üç büyüklerin birinde oynamıyorsanız hayali bile uzak. Ama golle yatıp golle kalkarsanız, iki sene üst üste o etiketin sahibi olursunuz.
Ankaragücü ve PTT takımlarında oynarken iki defa gol kralı olan Ertan Adatepe‘den söz edeceğim.
PTT takımının kadrosunda olduğum yıllarda bir deplasman maçı için gittiğimiz İzmir’de Ertan ağabey ile aynı odada kalıyoruz.
Sabaha karşı bir şeyin bir yerlere çarpan monoton gürültüsü ile uyandım. Bu saatte tamirat mı olur? diye düşünürken, sesin odanın içinden geldiğini fark ettim. Ertan ağabey, yaşamının bir parçası olan futbolu yaşıyor, gollerine uykusunda da devam ediyor. Yüzü duvara dönük uyurken karşısındaki rakip takımın kalesine gol atıyormuş gibi duvardaki lambrilere vole vuruyor.
Gol kralı böyle olunur diye düşünürken uykuya daldım.
Sabah günaydın, İyi uyudun mu? gibi doğal konuşmaların ardından Ertan ağabeye, geceki volelerden söz ettim.
Ertan ağabey, ayaklarının üstünün acıdığını, şiştiğini söyledi.
Bir çok duvarda ayak izleri duruyor sanırım.
Futbol oynadığı dönemin topa en sert ve nerde, nasıl vuracağını bilen ender isimlerden biriydi. ”King’‘ lakabı hiçbir zaman mütevazılığının önüne geçmedi.
X X X
Futbolumuz bir dönem isimlerinin sonu “iÇ” ile biten futbolcular ve antrenörlerin cennetiydi.
Futbolumuza ne kattılar, ne götürdüler bilemeyiz. Teknik direktör etiketinin henüz yazılmadığı günlerde antrenör diye söz ediyorum.
Ömeragiç’in Altay takımının antrenörü olduğu günler. Kulüp başkanı Rıdvan Burteçin.
Önce biraz Rıdvan Burteçin’den söz edelim…
1959-1991 yılları arasında aralıklarla 18 yıl Altay kulübünün başkanlığını yaptı.1964 yılında Altay Türkiye Kupası’nda Galatasaray ile final maçı oynayacaktı. Galatasaray yönetimi, üç futbolcusu milli takım kampında olduğu için Türkiye Futbol Federasyonu’ndan maçın ertelenmesini istedi.
Federasyonun erteleme kararı üzerine Altay takımı sahaya çıkmadı.
Başkan Rıdvan Burteçin’in, hükmen yenilgi kararının ardından;
-“Kupayı kaybettik, ama, ahlak mücadelemizin meşalesini yaktık ve onu asla söndürmeyeceğiz” sözleri dikkat çekiciydi.
Burteçin, takım kadrosunu kendi yapmayı severmiş. Ömeragiç’in takım kadrosu yapma taktiği, Burteçin’in, kadronun kendi isteği gibi olmasını sağlarmış.
Ömeragiç’in anlatımı ile yazıyorum.
-“Başkan kadroyu sorunca, kalede Varol’u oynatacaksam, Tanzer derdim… Olmaz Varol oynayacak der, ben Varol’u yazardım. Sağbek Bekir’i oynatacağım, yedeklerden bir isim söyledim mi, hayır Bekir varken başkası oynayamaz, solbek Numan, ama yine bir başka isim söyleyince, Numan oynayacak der, onbiri böyle tamamlardık. ikimiz de onbiri yapmanın mutluluğuyla maça çıkardık.”
Taktik yalnız oyun alanında olmuyormuş.
X X X
Hilmi Ok.
Hakemliğiyle, hakem hocalığıyla tartışmasız futbol dünyamızın en önemli isimlerindendi. Yurt dışında yönettiği maçlardan sonra övgüyle isminden söz edilmişti. Ligde yönettiği maçlardan birinde, rakip takımın ileri uç oyuncusu ofsayt durumundayken düdüğünü çalmadan tribünden bir taraftarın ofsayt sesi gelir. Sonra Hilmi Ok’un düdük sesi.
Bir başka pozisyon ev sahibi takımın oyuncusu ceza alanında düşürülünce, tribünden aynı ses penaltı diye bağırır, yine birkaç saniye sonra düdük sesi. Hilmi Ok gerilmeye başlar… Bir yandan maçı yönetirken, tribündeki sesin sahibini de görmek için dikkat kesilir. Yine serbest vuruş kararı vermek için düdüğü ağzına götürünceye kadar, faul faul diye bağıran tellere yaslanmış seyirciyi belirler . Oyunun durduğu bir sırada polislerden seyirciyi oradan uzaklaştırmasını ister.
Çok bilen seyirci polislerin arasında giderken, Hilmi Ok’a seslenir:
-“Sen devam et, biraz sonra geleceğim yine beraber yönetiriz”
X X X
Nihat Özbirgül de, döneminin iyi hakemlerindendi.
Günlük yaşamında esprili, güler yüzlüydü.
-“Ben İnönü Stadı’nda düdük çalınca Taksim’de trafik dururdu” cümlesiyle hakemliğin ciddiye alınması gerektiğini vurgulardı.
Gerilimi yüksek bir maçta iki rakip futbolcunun birbirlerine çok sert faulleri sonunda, elini arka cebine götürmüş, futbolcular birbirlerine bakıp:
-“Eyvah kırmızı kart çıkaracak” diye endişelenirken, burnunu silmek için mendilini çıkarır.
X X X
Hakemlerden söz ederken benim de yaşadığım iki hakem anımı yazacağım.
Bugünkü adı TFF 1. Lig, o zamanki tanımıyla İkinci Lig olan puan mücadelesinde, Toprakspor takımında kaleciyim.
Bir deplasman maçı oynuyoruz. 70’li yılların başı.
Rakip, bulunduğumuz grubun iddialı takımı.
Kısa süre sonra bugün adı Süper Lig olan o dönemin Birinci Ligi’ne yükselip sonra düşüşe geçerek kayboldu.
Maç 0-0 devam ederken, rakip takımın aut ile sonuçlanan atağından sonra, topu oyuna sokmak için acele etmiyoruz.
Stoper arkadaşım K. Metin, yavaş adımlarla kale vuruşu için ceza kale sahasına yaklaşırken maçın hakemi (M.S) son derece sinirli haliyle yanımıza sokuldu,
-“Çabuk olun… 63 dakika oldu gol yemediniz, seyirciyi kızdırıyorsunuz” dedi.
Kısa bir süre sonra rakip takımın köşe vuruşunda kale sahasına yükseltilen topu tutmak veya yumruklamak için sıçramıştım, bir el beni formamın arka yakasından tuttu aşağıya çekti… Bir başkası kafa vuruşuyla golü attı. Seyirci de hakem de rahatladı. Sonra bir penaltı golü ile maçı ev sahibi takım 2-0 kazandı. Maçtan sonra atılan taşlarla camları kırık otobüste Ankara’ya döndük.
Yine bir deplasman maçı.
Gol yedik.
Başlama vuruşu için topu oyuncularımız orta noktaya getirirken, gol sevinciyle sahaya giren bir taraftarla, topun getirilmesini bekleyen İlyas taç çizgine yakın bir yerde taraftarla çarpıştı. Hakem(H.D) düdüğünü çaldı ve bizim kaleye doğru serbest vuruş işareti verdi. Sahada olmaması gereken biri var… Başlama vuruşu yapılması gerekiyor. Top başlama vuruşu için orta noktaya getirilince hakem doğruyu buldu. Oyun yeniden başladı.
O günün şartlarında hakemin ilk kararına uyulsaydı ne olurdu bilemeyiz.
Günümüzde birçok şey çok farklı.
X X X
Seyircilerden de söz etmeden geçmeyelim.
Her kentin seyircisinin, taraftarının kendine özgü yaklaşımı var.
Çarşı’yı ayrı düşünmek gerekir. Duyarlıkları, tribündeki ve dışarıdaki tarzlar ile farklı bir grup.
Eskişehirspor’un taraftarını ve amigo Orhan’ı da ayrı bir yere koymak şart.
Bursaspor takımının en üst ligde oynadığı bir dönem.
Rakip sahada puan mücadelesi. Oyun büyük çekişme içinde geçerken bir seyirci tribünden Ersel diye sesleniyor. Oyun süresince de tribünden Ersel ismi tekrarlanıyor. Ersel ısrarla ismi söylendiği için, hem oyuna konsantre oluyor, hem de tanıdığım birileri mi acaba diye düşünürken oyunun durduğu bir anda isminin söylendiği tarafa yaklaşıyor, ne görsün, ismini ısrarla tekrarlayan üç seyirci pantolonların önündeki fermuarı açmış, Ersel’in yakınlarına gelmesiyle amaçlarına ulaşmanın keyfini kahkahalarla sürdürüyorlar. Bunlar taraftar mı, seyirci mi, ne olduğu anlaşılmayanlar.
Futbol sahalarında ve futbolla yaşayanların hayatında daha ne anılar vardır kim bilir?