Çocukların notların hiç yardımına başvurmadan birbirlerinin yeteneklerini çok isabetli şekilde değerlendirdiklerini görmek doğrusu ilginçtir.
Çocuklar içlerinde kimin matematikte, kimin imlada, kimin resim ve beden eğitiminde en üstün olduğunu bilir, birbirlerini çok iyi bir şekilde değerlendirirler.
Ama pek sık yaptıkları bir hata vardır, kendilerinin bulundukları düzeyden daha yukarı çıkabileceklerini tasarlayamazlar. Önlerindeki kişileri görür, onlara asla yetişemeyeceklerini düşünürler. Bir çocuğun içine böyle bir inanç yerleşirse ileride yaşam koşullarında da bu inanca bağlı kalacaktır.
Erişkinlik döneminde de kendi başarı düzeyini başkalarının düzeyiyle kıyaslayarak değerlendirerek bulunduğu düzeyden yukarı çıkamayacağına kendini inandıracaktır.
Çocukların büyük kısmı bütün okul döneminde okudukları sınıflarda az çok aynı yeri korur. Ya ilk sıralar arasında kalırlar hep ya orta sıradakiler ya da son sıradakiler arasında kalırlar.
Arkadaşlarından hayli aşağı düzeydeki bir çocuğun arayı kapatıp şaşılacak ilerlemeler kaydetmesi asla işitilmedik bir şey değildir.
Çocuğun sınıftaki çalışmalara ilgi duymasını sağlamak isteyen bir öğretmenin, çocuğun o zamana kadar nelere karşı eğilim gösterdiğini saptaması ve bunlarla sınıftaki yeni çalışmaları başarıyla bir arada yürütebileceğine onu inandırması gerekir. Çocukta bir noktada güven duygusu uyandırabilirse, diğer noktalarda da aynı güveni uyandırması kolaylaşır. Önemli olan öğretmenin çocuğun hangi duyu organıyla bağlantılı olduğunu bulması gerekir.
Bakmak ve görmek bazı çocuklara daha çok haz verir; bazıları duyup işitmekten, yine bazıları hareket etmekten daha çok zevk alırlar. Görsel nitelikteki çocukların coğrafya ve resim gibi gözlere daha çok ihtiyaç gösteren derslere ilgi duyması kolayca sağlanabilir.
Öğretmenin anlattığı dersleri görsel tipteki öğrenciler kulak verip dinlemez, akustik uyarılara cevap vermeye alışmamışlardır çünkü. Bu gibi öğrenciler dersleri gözlerle izleme olanağından yoksun bırakıldığında ötekilerden geri kalır.
Bu çocuklara yeteneksiz gözüyle bakılıp suç kalıtıma yüklenir. Ne var ki bu durumda suçlu birileri varsa o da anne ve babalardır. Uygun yöntemi bulup çocuklarını ilgiyle donatmanın üstesinden gelememişlerdir. Çocukların başka şeyleri öğrenmeye heves etmelerini sağlamak gerekir.
Zamanımızda ders konularının bütün duyu organlarına hitap edecek gibi işlendiği okullar vardır.
Örneğin elişi ve resim dersle bağlantılı kılınmaktadır. Bu yöntem teşvik edilip geliştirilmelidir. Ders hiçbir zaman yaşamla ilişkisini yitirmemeli, öğrenciler dersin amacını ve öğrendikleri şeyin pratikte işe yararlılığını anlayabilmelidir.
Evin inşası ele alınarak matematiğin öğretilmesi büyük yarar sağlayacaktır. Bu durumda öğrenciler ne kadar kereste gerektiğini evde kaç kişinin oturabileceğini ve daha pek çok şeyi hesaplayıp bulmaya çalışacaklardır. Bazı ders konularını bu şekilde daha kolay öğretebiliriz. Bir bilim dalını bir diğeriyle birleştirmesini pek güzel beceren uzman kişiler vardır.
Günümüz koşullarında çocukların toplumsal iş birliğinden çok yarışma duygusuyla donatılmış olarak okula geldiklerini görmekteyiz.
Yarışma etkinliği bütün okul boyunca sürüp gider. Bu da çocuk için talihsizliktir.
Arkadaşlarından geride kalıp pes etmek, ne kadar kötü bir durumsa, sınıfta ilerleme kaydedip öne çıkması da çocuk için daha az kötü durum değildir. Her iki durumda da harcadığı çabaların odak noktasını çocuğun kendi şahsını oluşturacaktır. Çocuğun amacı ortak çalışmalara katkı ve yardımda bulunmak değil, ele geçirebildiği kazançları güvence altına almaktır.
Çocukların birbirlerine ilgi göstermesi ve iş birliği içinde çalışmalarını hoşlanarak sürdürmeleri için önceden bu yolda eğitilmeleri zorunludur.
Pek çok sorunlu çocuğun davranışları sınıf arkadaşlarının ilgisi ve ortak çalışması sonucu kökten değişmiştir.
Alfred Adler’in “Okuldan Kaynaklanan Etkiler” makalesini öneririm.
ARTUN TALAY