İki kişiye aşık olma ve sadakatsizliğe Alfred Adler ‘Sevgi ve Evlilik’ adlı makalesinde şöyle değiniyor.
Bazı insanlar bir tek kişiye aşık olmak yeteneğini gösteremez, iki kişiye birden aşık olmadan duramaz, bu şekilde kendilerini özgür hissederler. Sevdiklerinin birini bırakıp ötekisine koşar, gerçek sevginin tüm sorumluluğunu asla üstlenmezler. İki sevgili demek bir bakıma hiçbir sevgili demektir.
Evde el bebek gül bebek yetişmiş şımarık çocuklar, yaşamın tümünü kendilerine asla dert etmez yalnızca kişisel sorunlarıyla ilgilenirler. Bu yüzden insanlığın yararına hiçbir şey yapmak istemez, kendi rahatlarını sağlamaya, ellerindeki hiçbir şeyi elden çıkarmamaya çalışırlar.
Dolayısıyla bir deneme gözüyle bakarlar evliliğe, bazı çekincelerle evlilik yaşamına ayak atarlar ve kolay boşanmaların peşindedirler.
Daha evliliğin başında karşı taraftan özgürlük ister, sadakatsizlikte bulunma hakkını ele geçirmeye çalışırlar. Ne var ki bir insan gerçekten bir diğerinden hoşlanıyorsa bu ilişkinin zorunlu kıldığı özelliklere sahip olması gerekir. Eşine sadakatten ayrılmamalı, eşi için iyi bir dost, sorumluluk bilincine sahip ve güvenilecek biri olması gerekir. Dolayısıyla nazlı ve şımarık büyütülmüş bir çocuk evlilik yaşamında astığı astık, kestiği kestik bir despot olabilir, karşı taraf ise kendini bir kurban, bir tutsak gibi hissedip savunmaya geçer.
Nazlı yetiştirilmiş iki çocuğun ileride evlendiklerinde, taraflardan her biri ötekisinden ilgi ve iltifat bekler ama hiçbiri de beklediği şeye kavuşamaz. Bundan sonraki ilk adım bir kaçış yolu aramak olacaktır. Derken taraflardan biri bir başkasıyla flörte koyulur, bu yoldan daha çok ilgi ve iltifat göreceğini umar. İşte bu noktada iki kişiye aşık olma durumu gerçekleşir.
Dolayısıyla pek çok insanın evlilik yaşamında sürekli olarak birtakım kolaylıklar ve kaçış yollarını aramalarının nedenini saptamak zor değildir. Çocukluktaki şımarıklıklarını ileride de sürdürmek isteyen kimseler böyle bir tutum sergiler.
Yaşam üslupları ilk dört ya da beş yaşlarında belli bir şekil kazanan bu büyümüş şımarık çocuklar toplum yaşamımız için çok tehlikeli bir tip oluştururlar. Dünyaya ilişkin görüşlerini “Dilediğim her şeye sahip olabilir miyim?” şeklinde özetleyebiliriz. Diledikleri her şeye sahip olamadıklarında yaşamı anlamsız bulurlar. Karamsarlığa kapılır; içlerine ölme arzusu girip yuvalanır. Hatalı isteklerinin son derece önemli ve eşsiz bir değer taşıdığı duygusu içinde yaşarlar. Dünyanın kendilerine karşı haince tutumu dolayısıyla iç güdü ve duygularını baskılamak zorunda kaldıklarına inanırlar. Çocukların esenliğinin sağlanması da evlilik yaşamında çözümlenmesi gereken ödevlerden biridir. Anne ve baba birbirleriyle kavga edip durur, evliliğe bir oyun gözüyle bakar, karşılaştıkları sorunların çözümlemeyeceğine inanırlarsa, çocuklarının toplumsallık yeteneğiyle donatılarak eğitilmesi için elverişli ortamdan uzaklaşmış olacaklardır.
Evliliğin bir ödev olduğunu bilmeyen, yalnızca kendilerini düşünen bu kişiler boşanmaya da evlilik gibi bakacaklar “Kendime boşanmadan ne gibi çıkar sağlayabilirim?” diye düşüneceklerdir.
Bunlar besbelli karar verme gücün gerçekten sahip kişiler değillerdir. Pek sık tanık olduğumuza göre bazı insanlar boyuna boşanmakta boyuna yeniden evlenmekte ama her seferinde aynı hatayı işlemekteler.
Sevgi ve evlilik eşlerden birinin karşı tarafa bedensel cazibenin, arkadaşlık ve çocuk sahibi olma isteminin dürtüsüyle kendini açığa vuran can ve gönülden bir teslimiyettir. Sevgi ve evliliğin yalnız iki tarafın değil, tüm insanlığın mutluluğu için bir işbirliği oluşturduğunu görmek zor değildir.
Avrupa Şampiyonu olan Cimnastik Milli Takımımızın başarılarının Olimpiyat Oyunları’nda da sürmesini umut ediyor, antrenörleri ve aileleri başta olmak üzere onlara destek olanları alkışlıyoruz.
Alfred Adler’in “Sevgi ve Evlilik” makalesi 19 sayfa, isteyenlerin tümüne göz atmalarını öneriyoruz.
ARTUN TALAY