Yıllar önce bizleri, hentbolu takip eden Orhan Karadağ benden bir yazı istediğinde “Hayır!” diyemezdim.
Bu nedenle hemen bir yazı yazmak istedim.
Ama bu yazı, ben hentbolcuysam ki hiç şüphem yok, hentbol üzerine olmalıydı ve tabii ki her ilk tanışmada olduğu gibi öncelikle hentbolu tanıtmalı, hentbolu anlatmalıydım.
Aslında ben çok anlattım hentbolu ama çok sevdiğim hentbolu bir kez daha yazmak bana büyük keyif verir.
Geçenlerde Avrupa Atletizm Şampiyonası vardı değil mi? Ne seyrettik orada! Ramil Guliyev’in hızını; cirit, disk ve çekicin gücünü; beş bin, on bin ve maratonun dayanıklılığını; üç adım veya yüksek atlamanın adımlanmasını; sırıkla yani bir aletle yükseğe tırmanmasını; 4×100 veya 4×400 metredeki bayrakların birbirlerine aktarılmasını seyrettik değil mi?
İşte ben hentbolda bunları görüyorum. Yalnız atletizmin dallarını mı? Hayır! Buna biraz voleybol ekleyin mesela! Eda Erdem blok yapsın, Neslihan Demir Güler sıçrayarak servis atsın mesela! Hentbolda bunları görürsünüz!
Basketbola geçelim mi! Ali Muhammed gibi dripling yapıp topa sahip olsun, Obradoviç’in o bıktıran savunmasını en iyi şekilde Fenerbahçe Basketbol takımı yapsın mesela! Hentbolda bunlarda var. Top çelme, pas araları, potadan yani kaleden dönen topları, pivot oyuncusunun da hentbolda olduğundan bahsetmiyorum bile! Çünkü diğerlerini anlayan bir kişi mutlaka bunlara da kafa yoracaktır!
Satranç desem ne alakası var hentbolla diyeceksiniz değil mi! Çok alakası var! Her sporun olduğu gibi hentbolun da satrançla alakası var. Hamleye hamle ile karşılık vermek, bir sonra ki hamleyi, rakibin hamlesini düşünmek, zamana karşı oynamak! İki farklı renkte sahaya çıkmak! Her taşın ayrı görevi olmak! Bunlar hentbolda veya birçok spor dalında var mıdır? Vardır! Hentbolda da var!
Yaz yaz, anlat anlat bitmez hentbolun özellikleri ama geldik en güzel kısmına… Futbola… İnsanları hop oturtan hop kaldıran, kuralları da, taraftarı da, yöneticisi de, sporcusu da, sahası da, transferleri de, diğer spor branşlarından apayrı olan futbola…
Ama bir hentbolcu olarak beni bunlar ilgilendirmiyor! Beni ilgilendiren şey, aynı sahada doğmuş olmamız, aynı sahayı koklamış olmamız. Açık alan hentbolundan ya da Eltopu’ndan, mutasyona uğrayıp Salon Hentbolu ya da Modern Hentbol adını alıp salonlara terfi etmemiz beni ilgilendiriyor.
Bu futbolla benzerliğimizin ana sebebi ama asıl neden çok daha güzel! Çocukların vazgeçemeyeceği “top” var işin içinde… Büyüklerin ve golcülerin vazgeçemeyeceği “gol” var, hem de çok gol var işin içinde… Kalecilerin vazgeçemeyeceği “kale” var işin içinde…
İşte hentbolda bütün bunlar var. Yani kısaca kendimi tanıtmak gerekirse, “Benim adım hentbol! Ben birçok spor dalını tek bir spor dalında toplayan bir branşım efendim! Bir spor dalında ne arıyorsanız ben de var!” diye tanıtırım. Yani Ramil gibi hızlı hücuma koşarım, Cedi Osman gibi pas verir, Doğuş Balbay gibi sıçrar, Eda gibi blok yapar, Messi gibi çalım atar, Ronaldo gibi gol atarım!
Durun durun! Az daha yazıyı hentbolun en önemli noktasından bahsetmeden bitirecektim. Biz Türkler bir arkadaşımızı, dostumuzu gördüğümüzde şöyle tatlı tatlı hafiften dokunur, şöyle bir iki kaldırıp sallar, sırtına da bir iki vurur, bir iki el ense çekeriz ya! İşte onlardan da var hentbolda! Biz hentbolcular açıkçası birbirimizle güreşmeyi de severiz. İşte hentbolda bunlar da var!
Dedim ya hentbolu anlatmak veya tanıtmakla bitmez hentbol!
Ha bir de ne var biliyor musunuz! Hentbolda herkes ama herkes karşı sahaya geçer, herkes gol atar! Süper bir şey değil mi!
İnsan bir spor dalında daha ne görmek ister ki!
Maçlarda görüşmek üzere…
Memnun oldum efendim.