Okulu her ziyaretinde şu ya da bu öğretmen, şu ya da bu çocuğun saptanan sorununu psikoloğa anlatır. Çocuk belki geçimsizdir, kavgacıdır ya da tembeldir, okulu asmakta, hırsızlık yapmakta ya da derslere gereken ilgiyi göstermemektedir.
Öğretmen ve psikolog, sorunun neden kaynaklandığını bulup çıkararak nedenlerini gidermenin yollarını arar. Her ikisi de bu gibi konularda deneyim sahibi olduklarından kısa sürede ortak karara varırlar.
Sonra anne ve baba çağrılır. Bu çağrıya çoğunlukla çocuğun annesi gelir. Anne konuyla ilgili olarak kendi bildiklerini öğretmen ve psikoloğa anlatır. Psikolog çocuğa nasıl bir yardım eli uzatacağına ilişkin olarak anneye öneride bulunur.
Genellikle bu danışıp görüşmeden pek memnunluk duyan anne, sorunun çözümü için öğretmen ve psikologla seve seve iş birliği yapar.
Sonunda çocuk içeri alınır ve psikolog çocukla konuşur. Âmâ konuşma çocuğun hatalarını konu almaz çocuğun karşı karşıya bulunduğu güçlükler üzerinde durulur. Psikolog çocuğun evde ikinci plana itilip itilmediğini, kardeşlerinden daha mı az ilgi gördüğünü belirlemeye çalışır. Çocuğun paylayıp azarlamaz, söyleşi dostça bir hava da geçer.
Öğretmenlerden hiçbiri böyle bir yöntemin beraberinde getirdiği çalışmayı ek bir yük gibi hissettirmemekte, çünkü normalde kendilerini yıllarca uğraştırıp sıkıntıya sokacak sorunu yarım saatte, hatta ondan daha kısa süre içinde çözüme kavuşturabilmektedir.
Diyelim ki öğretmenin sınıfında tembel bir öğrenci vardır. Öğretmen sınıfta tembellik üzerine bir söyleyişi önerisinde bulunur. Söyleşiyi de şu sözlerle başlatır “nerden kaynaklanıyor bakalım bu tembellik? nasıl bir amaç güdüyor? Neden tembel bir çocuk zamanla değişmeyip, hep tembel kalıyor? ilgili konuda bizim yapabileceğimiz ne olabilir?”
Böyle bir söyleşinin onun için yapıldığını tembel çocuk bilmez. Ama söyleşinin konusu kendi sorunudur. Söyleşiye ilgi duyar ve konuşmalardan bir sürü şey öğrenir.
Kimse bir sınıftaki öğrencileri onların arasında yaşayıp onlarla birlikte olan öğretmen kadar bilemez. Bir çocuğun aile çevresinden taşıyıp okula getirdiği gelişim hatalarını ileride koruması ya da bunları yenebilmesi öğretmene bağlıdır.
Avrupa’da eğitim tarihinin başında yalnızca prenslerle soylular eğitim görmekteydi. Okuma yazma bilmeyen pek çok hükümdar vardı. Daha sonra okul eğitimini topluma yaymak için köy ve kentlerde öğretmenlik yapanlar ayakkabıcı ya da terzilerdi. Bunlar ellerinde sopayla öğrenci eğitiyorlar alınan sonuçlar ise içler acısıydı.
Sonra işçilerin okuyup yazması, hesap işlerinden anlayıp, resim yapabilmesi için ilkokullar kuruldu.
Avusturya’da söz konusu koşulların henüz kısmen varlığını sürdürdüğü, toplumun en alt kesimlerinin belirlenen ödevleri mırın kırın etmeden ve doğru dürüst yerine getirebilecekleri gibi eğitildikleri dönem dünya ya örnek olmuştur. (Günümüzde Finlandiya ve Çin’in başarılı eğitim performansı herkesin takdirini toplarken, Avusturya üniversitelerinim kaliteli eğitim vermeleri ise dünya üzerinde genel kabul görmektedir.)
İnsanın, her Allah’ın günü kendisine kafa tutup meydan okuyan sorunlara çözümler arayıp bulmak zorundadır bu çözümler ise doğru eğitimden geçmektedir.
Anne gibi öğretmende insanlığın ve geleceğin bir bekçisidir ve görebileceği hizmet tüm övgülerin üstündedir.
Adler’in “yaşamın anlam ve amacı” kitabına göz atmakta yarar var.
ARTUN TALAY