Ödevini evde unutan ya da kitaplarını kaybeden bir çocukla karşılaştık mı, okulla pek başının hoş olmadığını anlarız hemen.
Bu durumda bize düşen çocuğun neden okulu sevmediğini bulup ortaya çıkarmaktır.
Başka çocuklarla oynamaya yanaşmadığını gördük mü yalnızlığa itilmiş, ürkek ve otistik bir çocuk olduğunu biliriz. Ödevlerini yaparken hep başkalarından yardım istemesi, bağımsız davranamadığını ve başkalarının desteğine muhtaç biri olduğunu gösterir.
Bazı çocuklar vardır, ancak övülüp takdir edildikleri zaman çalışırlar. Öğretmenlerin ilgisini çekebildikleri süre pek çok şımarık çocuğun okulda küçümsenmeyecek başarılar elde ettiği görülür. Ama öğretmenin özel ilgisini yitirir yitirmez işler karışır.
Kendilerine kulak veren kimse yoksa, ortaya koyabilecekleri bir başarı da yoktur, kendilerine değer veren kimseyi bulamadılar mı, çalışma şevkleri sönüp gider. Bu gibi çocuklar için matematik çokluk büyük bir baş belası ve sorun oluşturur.
Kendilerinden bazı kuralları ya da cümleleri ezberlemeleri istendi mi, işin içinden pek güzel çıkar ama kimseden yardım görmeksizin bir matematik problemini çözmeleri gerekince apışıp kalırlar. Bu onlar için büyük bir tehlike oluşturur. Söz konusu davranışları hiç değişmeden kaldı mı büyüdüklerinde başkalarının yardım ve desteğine hep gereksinim duyarlar.
Ne zaman karşılarına çözmeleri gereken bir ödev çıksa kendi yerlerine başkalarının çözmesini isterler.
Yaşamları boyu başkalarının esenliğine hiçbir katkıda bulunmayacak, tersine ellerinden geldiğince sorumluluklarını başkalarını üstlenmeye zorlayacaklardır.
Bir diğer çocuk tipi de başkalarının dikkat ve ilgisini her zaman kendi üstünde toplamak ister. Bunun yapılmaması durumunda da bir takım yaramazlıklara kalkışır, bütün sınıfın huzurunu bozar, öbür çocukları da ayartır, kısacası herkes için baş belası kesilir.
Suçlamalardan ve cezalandırmalardan hiç etkilenmez hatta bunları bir övünç vesilesi yapmaya çalışır. Cezalandırmalar pek çok çocuk için yaşam üsluplarını bundan böyle de sürdürmelerini teşvikten başka bir anlam taşımaz. Çocuk olup bitene kimin daha çok dayanacağına bir yarış bir oyun gözüyle bakar. Yarıştan zaferle çıkan da hep kendisi olur çünkü yarışmanın nasıl sonlanacağını belirlemek kendi elindedir. Bu yüzden anne ve babalarıyla öğretmenlerine karşı savaş açmış çocukların bazen kendilerini dayak yerken ağlamayıp gülmeye alıştırdıkları görüldü.
Tembel bir çocuk hemen her zaman gözü yükseklerde biridir, bu yüzden yenilgiden çok korkar. Başkalarından ileride olmadı mı kendimi yenilgiye uğramış hisseden pek çok insan vardır. Ama tembel çocuk için yenilgi asla söz konusu olamaz çünkü sınavdan sürekli kaçar. Önünde bekleyen ödevi çözmeye yanaşmaz. Başkalarıyla bir yarışa girip girmeyeceğini hep ileri bir tarihe erteler. Her başarısızlık döneminde başarının önemini küçümser, bu yoldan özgüvenini ayakta tutmaya çalışır. Kısaca şöyle der kendine “Tembellik işte yoksa istesem başarmam işten bile değil.”
Bazen tembel öğrenci şu sözleri işitir öğretmeninden:
-“Doğru dürüst çalışsan pekala sınıfın birincisi olabilirsin.”
Madem ki haylazlıkla kendine bu kadar parlak bir ün sağlayabiliyor bu ünü çalışarak ne diye kaybetsin tembel öğrenci?
Tembel bir çocuğun tembelliği ile sağladığı bir diğer avantaj da şudur: En sonunda karar verip birazcık çalışmadan dolayı övgü konusu yapılır. Herkes onun bu küçük başarısına bir düzelmenin belirtisi gözüyle bakar onu daha başka başarılı çalışmalara teşvik için hiçbir zahmetten kaçmaz.
Oysa çalışırken bir çocuğun ortaya koyacağı aynı büyüklükteki bir başarı için kimse ağzını açıp övücü bir söz söylemez.
Böylece tembel çocuk başkalarının kendisine yönelik beklentilerinin sırtından geçinip gider. Tembel çocuk da kendisi zahmet çekmeden başkaları sayesinde her istediğine kavuşan el bebek gül bebek büyütülmüş çocuktur.
Adler’in okuldan kaynaklanan makalesi size farklı bir bakış açısı kazandıracaktır.
ARTUN TALAY