Başlarken: Çocuklar özelde bir aileye ait olsa da genel anlamda toplumun ortak geleceğini temsil ederler. Yeter, hep birlikte çocuklarımıza sahip çıkalım artık.
Bu yıl Ege Bölgesi’nde 1. Grup kuşlar (bıldırcın-üveyik) için av sezonu 12 Ağustos’ta açıldı. Her iki tür de yerli değil göç kuşlarıdır. Özellikle kuzeyden yola çıkar, ilk durakları Trakya’dır, sonrası Anadolu, derken 2-3 aylık misafirlikten sonra denizleri aşarak Afrika’ya doğru kanat çırparlar.
Sürdürülebilir, denetimli bir avcılık için çaba harcayan dostlarla Tire devlet avlağında buluşmaya karar verdik. Şunu hemen belirteyim ki sürdürülebilir-denetimli bir avcılık yaban hayatı popülasyonuna zarar vermez. Zira denetimli ve sürdürülebilir avcılık yok etme üzerine değil, hasat mantığı üzerine kurumsallaşmış bir sektördür ve bütün dünyada yapılmaktadır. Özetle söylemek gerekirse yaban hayatından sadece avcılar değil, yönetim erki ve bütün vatandaşlar sorumludur.
Neden mi?
Şöyle: Meralar maden ve taş ocaklarıyla delik deşik olmuşsa, orman yangınları için önceden tedbir alınmamışsa; göller, bataklıklar ve sazlıklar kurutulmuşsa, güzelim tarım alanları hobi bahçesi, yazlık evler-villalar adına betona dönmüşse, uygar dünyanın artık hiç kullanmadığı ilaçlı tohum, gübre ve tarım ilaçları bizde denetimsiz kullanılıyorsa, çevre yolu ve otobanlar, yaban hayatının geçişine göre planlanmamışsa, işte bu tercihler yaban hayatını bitirir. Örneğin trolle avlanma balık popülasyonunu önemli ölçüde azaltır ama yok etmez, fakat deniz kirlenirse balık tamamen yok olur. Yani avcılık tamamen yasaklansa bile, yukarıda sıralanan tercihlerimiz değişmezse, yaban hayatı kısa bir gelecekte büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kalır.
Cuma akşamından Selçuk Eser’le birlikte Orçun’u da alarak onun çekme karavanı ile Selçuk girişine vardığımızda saat gecenin 10’nu bulmuştu. Gündüzden konaklama yerimizi saptayan Sercan’la buluştuk. Keyifli bir selamlaşmadan sonra bir üst geçidin altındaki ilk konaklama yerine gittik. Ortam fena değildi, güvenliydi, ama bütün gece işleyen trafik nedeniyle uyuyamazdık. Bu yüzden ikinci konuma doğru yol aldık. İkinci konum yol kenarındaki bir akar çeşme kenarıydı. Bu alanda su ve gün ışığını kesen ağaçlar vardı, ancak yol kenarı olduğu için pek güvenli sayılmazdı, ayrıca burada da işleyen trafik bizi hiç uyutmayacaktı. Düşündük, taşındık, avlak içinde bir konuma yerleşmeye karar verdik. Ne var ki karavanla birlikte tarla yoluna girip bir daha çıkamayabilirdik. Bu yüzden Sercan’la Orçun yol keşfine gittiler.
Döndüklerinde Orçun,
“Giderim gitmesine ama dönüş için manevra alanı kısıtlı,” dedi. Bunun üzerine,
“Karavanı avlağa sokmayalım,” dedim.
Peki ne yapacaktık? Yakın köye bitişik orman girişinde kamp yerleri vardı ama sık sık orman yangınları çıkıyordu, terslik bu ya, bir yangın çıkar fatura bize kesilir diye bunu tercih etmedik. Sonunda bize yakın köy yolundaki bir akar çeşmenin başına kurulduk. 2 gece burada kalacaktık. Karavanı yerleştirip ortamı hazırladıktan sonra açlığımızı gidermek üzere Selçuk’a gittiğimizde gecenin yarısı çoktan geçmişti.
Gün ağarmadan avlağa yakın bir noktada aracı bırakıp yürümeye başladık. Hemen hemen bütün tarlalara domuzdan korumak için elektrikli tel çekilmişti. Elektrikli tellerin üstünden usulca geçerek bir tarladan ötekine yürüyüp avlağa vardık. Hakan İpor da motosikletiyle gelip bize katıldı. Yerli halkın “darı” dediği silaj mısır tarlalarının arasındaki ekilmemiş alanın kıyısındaki yüksek mısırların arasına belli aralıklarla kamufle olduk. İlk tüfek sesleri bize yakın konum alan başka avcılardan geldi ve üveyik çalışmaya başladı. Henüz sezon başı olmasına rağmen kuş yüksek geçiyordu. Grubumuzda herkes tecrübeli olduğu için menzil dışı pozisyonlara atış yapmadık. Zaten avcı başı günlük üveyik kotası 3 adetti. Sabırlı ve sakin bir bekleyişle bu kotayı tamamlayabilirdik.
Güneş yükselmiş, sıcak bastırmış, kuşların geçişi durmuştu. Artık tüfekleri susturma zamanı gelmişti. Kotayı doldurmasak da durumdan memnunduk. Bir özün kenarındaki büyük bir çınar ağacının gölgesine oturduk ve avcı sohbeti başladı.
“İyi attım ama çok yüksekti.”
“Tamam, tam üstüme geldi ama emniyeti açmayı unutmuşum.”
“Bana yakındı ama sen atasın diye ben atmadım.”
“Sanki bir ara kumruya attın gibi!”
“Olur mu canım, kumruyu tanırım, üveyiğin evde kalmış ablası sayılır.”
Gülüşmeler.
İkinci gün yeniden aynı avlağı tuttuk. Şirince’den Yunus Teker de bize katıldı. Güneş yükselinceye kadar sabırla bekledik. Fakat kuşlar, dünkü avdan ders almış gibi hemen hemen hiç geçit yapmadılar. Sıcak bastırmadan Yunus bize karşı dağın ardını gösterdi. Orada şansımızı denememizi önerdi. Eski avcılar derler ya, “Av nasip işi.” Biz de nasip, dedik ve karşı dağın ardına doğru yola koyulduk.
Burada kuş iyi çalışıyordu fakat çok yüksek geçiyordu. Ayrıca kurumuş dere kenarı sık dikenlerle kaplıydı, düşen kuşları bulamazdık. Nasip işini fazla zorlamayalım, deyip ikinci av gününe nokta koyduk.
Yunus bizi uğurlarken, kendinden emin,
“Eylül’ü bekleyin, günebakanlar olgunlaşsın, tekrar buluşuruz.” dedi.
Böylece meraya tatlı yorgunluğumuzu bırakarak dönüş yoluna koyulduk.
MEHMET MADEN